1970’li yıllara kadar eğer hayran kaldığınız bir sanatçının şarkısını radyoda beklemek yerine dilediğiniz zaman dinlemek istediğiniz zaman bir plak çalara ve onun plağına sahip olmanız gerekiyordu. Uzun yıllar müzik dinlemenin en kullanışlı yöntemi olarak bilinen plaklar yerini zamanla kasete, CD’ye, MP3’e ve son olarak da dijital müzik platformlarına bıraktı. Garip bir şekilde ise 2008 yılından sonra plaklar yeniden moda oldu.
Plakların ortaya çıkışı 19. yüzyılın sonlarında yaşandı. Hızlı bir gelişim göstererek kısa süre içinde ses paylaşımının en büyük aktörü haline geldi. Tek dokunuşla dilediğimiz şarkıya ulaşabildiğimiz günümüzde oldukça ilkel bir yöntem olmasına rağmen pek çok müziksever hala plakların büyüsüne kendini kaptırmış durumda. Gelinplak nedir sorusu üzerinden tarihine ve nasıl çalıştığına biraz daha yakından bakalım.
Plak nedir?
En temel tanımıyla plak, bir ses depolama birimidir. Plak yalnızca sesleri depolamaz, uygun bir plak çalar ile depoladığı sesleri oynatır da. Tarih boyunca pek çok farklı malzemeden üretilmiş olsalar da genel olarak PVC malzemeden üretilir. Boyutlarına ve türüne göre değişen uzunlukta ses kaydı yapabilir ve her iki tarafında da farklı kayıtlar saklayabilir. Pikap olarak bilinen plak çaların tarihini buradaki yazımızda anlatmıştır.
Plak nasıl çalışır?
Plak tarihini anlatırken detaylarına yer vereceğiz ama en temel tanımıyla plakların çalışma sistemi parmak izi gibidir demek yanlış olmaz. Plak üzerindeki kanallara ses analog olarak işlenir ve bu şekilde saklanır. Bir plak çalara yerleştirilen plak üzerindeki kanallar, plak çaların iğnesi tarafından okunduğu zaman kaydedilen ses çalmaya başlar. Eğer plağın arkasına farklı bir ses işlendiyse çevirip plak çalara yerleştirdiğiniz zaman bu kanallar da iğne tarafından okunarak oynatılır.
Her şey Thomas Edison’un fonografı icat etmesi ile başladı:
1870’li yıllarda Thomas Edison telefon ve telgraf üzerine önemli çalışmalar yapıyordu. Her iki cihaz da kayıtsız bir aktarım yaptığı için Edison sesleri kaydetmesi ve çalması için 1877 yılında fonograf adlı bir cihaz icat etti. Mum bir silindir üzerine kaydedilen sesleri okuyan fonograf için Edison, müziğin yeniden üretimi tanımını kullanmıştır.
1880’li yıllara geldiğimiz zaman Alexander Graham Bell’in sahibi olduğu Volta Laboratuvarı, Edison’un tasarımlarını iyileştirerek gramofon adını verdikleri bir cihaz geliştirdi. Bu cihaz sesleri mum silindir üzerinden değil, sert kauçuk bir silindir üzerinden okuyordu. Gramafon elle çalıştırılıyordu. 1887 yılında Emile Berliner isimli bir mucit, bugün bildiğimiz plaklara benzeyen yanal kesimlere sahip düz diskler geliştirdi.
Plaklar seri üretim sürecine giriyor:
1892 yılına geldiğimizde artık evlere girmiş olan fonograf ve gramafonlarda çalmak üzere satılan mum silindirler, yalnızca iki dakikalık ses kaydı yapabiliyorlardı. Pek de verimli bir kullanım sunmayan bu mum silindirlerin maliyeti ise bir hayli yüksekti.
1901 yılında çift mum silindirler üretilmeye başladı, hem de seri olarak. Çift mum silindirlerin üzerindeki ses kanalları tek tek oyulmuyor, tek bir kalıp üzerinden basılıyordu. Bunlar altın kalıplı silindiler olarak anılırdı çünkü üretim sırasında elektrotlar altın buharı yayardı. Tek işlemde 150’ye yakın üretildiği için ilk seri üretim plakların bu aygıtlar olduğunu söyleyebiliriz.
33’lük, 45’lik ve 78’lik plaklar sahneye çıkıyor:
33’lük, 45’lik ve 78’lik olarak anılan plaklar da yine bu süreçte ortaya çıkmışlardır. Emile Berliner tarafından geliştirilen düz diskler, dakikada 78 rpm hızında oynadıkları için 78’lik olarak adlandırılıyorlardı. Balmumu silindirlerden çok daha kaliteli olan bu disklerin her iki tarafı da 5 dakikaya kadar ses kaydedebiliyordu. Yapıları modern plaklara göre çok daha ağır ve kırılgandı.
1930 yılına geldiğimiz RCA Victor isimli bir şirket, piyasaya çok daha uzun süreli bir plak sundu. 12 inç boyutunda olan bu plaklar dakikada 33⅓ rpm hızında oynadıkları için 33’lük olarak adlandırılıyorlardı. Geniş boyutları sayesinde çok daha uzun süre ses kaydı yapabiliyorlardı.
RCA Victor’un rakip şirketi olan Columbia, 1948 yılında kendi 33’lüklerini piyasaya sürünce RCA Victor çalışanları yeni bir arayış içine girdiler. Bu arayışın sonucunda yalnızca 7 inç boyutunda olan ve dakikada 45 rpm hızında oynadıkları için 45’lik olarak adlandırılan küçük plaklar piyasaya çıktı. Bu dönemde keşfedilen yayın çalma sistemleri bugün dijital dünyada bile kullanılmaktadır.
Plakların tarihin tozlu sayfalarında kaybolması ve ansızın yeniden dirilmeleri:
Çok daha küçük boyutlu plakların ve plak çalarların ortaya çıkması ile birlikte bu müzik dinleme yöntemi zirveyi görmüştü. Fakat her zirvenin bir düşüşü vardı ve bu düşüşün nedeni kasetler oldu. İlk kez 1970’li yıllarda ortaya çıkan sekiz kanalları kaset kartuşlar plaktan çok daha kullanışlıydı ve çok daha uzun süreli ses kaydı saklayabiliyorlardı. Sonrası zaten CD, MP3 ve dijital müzik platformları.
2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen Record Store Day ise tozlanmış plakları yeniden gün yüzüne çıkardı. Neden olduğu bilinmiyor ama o gün 1986 yılından beri ilk kez plak satışı, CD satış rakamlarını geçti. Plak piyasası 2020 yılına kadar yıllık yüzde elli büyüme yaşadı. Bugün bile hala müzikseverler fiziksel bir müzik kayıt birimi almak istedikleri zaman kaset ya da CD değil, plak tercih ediyorlar.
Plak kaydının sesi gerçekten dijitalden daha mı güzel?
Elbette bir şeyin daha güzel olup olmadığı tartışmaya açık bir konudur çünkü tamamen öznel bir durumdur. Ancak dijital ve plak kaydın arasındaki temel fark analog olmasıdır. Plak üzerindeki ses fiziksel bir kayıttır, dijitalde ise bu ses dijital bir kayıttır. Bu durum plak üzerindeki sesin daha gerçek hissedilmesini sağlar. Yani plak kaydındaki ses daha güzel mi bilinmez ama daha samimi olduğu kesin.
Bir dönem en kullanışlı müzik dinleme yöntemi olan, daha sonra modası geçen ama günümüzde tekrar popüler hale gelen plak nedir sorusu üzerinden tarihini ve hakkında merak edilenleri anlattık. Plak sesi dijital müzikten daha mı güzel? Düşüncelerinizi yorumlarda paylaşabilirsiniz.