Turgay Beşyıldız- YENİÇAĞ
Trabzon’un futbolunda, kaleci olarak 1950 ile 1964 yılları arasına adını yazdıranlar arasında yer almıştı.
Onlara ben yanlış zamanda, erken doğanlar diyorum.
1932 yılında Gümüşhane’ye bağlı, Kızılköy’de doğmuş.
Anne, baba birbirinden ayrılmak zorunda kalınca, kendisi 5 yaşında iken, annesi ve iki ablası ile Trabzon’a gelip yerleşmişler.
O zaman şirin bir kumsalı olan deniz kıyısı, şimdi ise dönüşümün tam göbeğinde olan Çömlekçi Mahallesi’ne…
Kendisini yine ruhuna yakın olan, genelde İdmangücülülerin mahallesi olarak bilinen, eski adı surların dışında kalan yer anlamına gelen Sotha’da, şimdiki adı ile Sotka’da bulmuştuk.
Güzel yazdan kalma bir hava yakalayınca ‘’Hadi Mehmet amca, bir Sera Gölü gezisi yapalım’’ dedik.
Döneminin ünlü kalecilerinden olan, İdmangücülü nam-ı diğer Gada Mehmet ile Trabzon merkeze 20 dakika mesafedeki gölün kenarında çayımızı yudumlarken, gölde su bisikleti ve kayıkla gezenler, güzel bir fotoğraf karesi alabilmek ve göle düşmeden selfie yapabilmek için çabalıyorlardı… Etrafta ki seyrek ağaçlıklar, üstü sanki yeşile boyanmış gölün üstüne, gölge gibi düşmüştüler.
Hafiften esen rüzgar Mehmet Amca’nın yorgun çizgili yüzüne çarpıp dönerken, çevreye kurbağalar da dahil sessizlik hakimdi.
Bu sessizliği Gada Mehmet’in ilk sözü bozdu ‘’Beni Mehmet Duran diye arasaydınız, bulamazdınız.’’ ve devam etti: ‘’Herkes Gada Mehmet olarak tanır beni delikanlı. Hey gidi günler.’’ diyerek bir iç geçirdi.
Kendisinden önce İdmangücü’nde değil de, İdmanocağı’nda bir kaleci varmış ‘Gada Mahmut’ üstelik iyi bir kaleciymiş. Ondan sonra o da yani Mehmet Duran’da eldivenleri giyince, aynı tribün seyircisi onu Gada Mahmut’a benzetmişler. Anlayacağınız adı da bundan ötürü ‘Gada Mehmet’ kalmış. Gada aşağıyaaa, Gada yukarıyaaa!
*
İlkokulu 3. sınıf bitene kadar Trabzon Yavuz Selim İlkokulu’nda okumuş.
Sonra Kayalık Mahallesi’ndeki tarihi Cumhuriyet İlkokulu’ndan mezun olmuş. Ortaokulu 3 yıl, liseyi 2 yıl Endüstri Meslek Lisesi’nde, yani zamanın Sanat Okulu’nda okumuş, marangozluk bölümünde. Üniversiteye gidemedin mi? diye soracak oldum. Gerek kalmadı.
‘’Trabzon’da Üniversite vardı da, biz mi okumadık evlat.’’ dedi.
Sera Gölü’nün huzur veren manzarasına arada bir bakarken, göldeki evcil ördeklerin homurtularını Gada Mehmet kesti: ’’Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuş ya. İyi ki geldik, buraya ilk geldiğim tarih 1949‘idi. Niye diyecek olursanız, o zaman büyük bir heyelan olmuştu burada. Dere yatağının akışı ve yatağı değişmiş ve bu göl oluşmuştu. Bizde duyunca, merak edildi. Rahmetli babam elimden tutmuş, Gülbahar Hatun Mahallesi’nden kalkıp, yürüyerek buraya gelmiştik. Vay be bu anlattığım anın üzerinden 60 yılı geçmiş.’’
Karşı yamaçta çiçekleri açmaya başlayan ağaçlara doğru, gözlüğünün üzerinden bir an bakarak, bir noktaya dalıp gitti.
Sibobu dışarıda olan o zamanki meşin yuvarlakla tanışması, o dönem Trabzon Futbol Amatör Küme’de mücadele eden Sanat Okulu takımıyla olmuş. Bir gün, bir tanıdığı kasap Kenan (Kenan Türk) ‘’Gel seni İdmangücü’ne verelim.’’ dedi. Çünkü; İdmangücü’nün kalecisi Vehbi, o aralar futbolu bırakmak üzereydi.
1951 yılında H.Avni Aker, Trabzon Şehir Stadyumu altında, küçük bir kapalı tribünüyle hizmet vermeye başlamıştı. Saha çizgilerinin dış tarafları doğal çimenlikti. ‘‘İnsanlar yerde oturur maç izlerdi.’’ diyen Gada Mehmet, kaldığı yerden devam etti: ‘’1951 yılında İdmangücü’ne geldim. Bir yıl sonra Trabzon şampiyonu olduk. O aralar Helsinki Olimpiyatları var diye, her nedense Türkiye Şampiyonası için gruplara gidememiştik. 1955 yılında ara verdim ve askere gittim. Kavak değil, Kabakmeydan’daki Yavuz Selim Sahası mezarlıktı. Mezarlığın Numune Hastanesi tarafında da bir türbe vardı, hiç unutmam. Kimindi belli değil. O dönemin valisi yıktırmıştı onu. İslam dininde adet olmayan şeyler yapıyorlardı türbenin etrafında. Mum falan yakıyorlar, çaput, maput bağlıyorlar diye sanırım.’’
*
Mehmet Duran, vatani görevi için İzmit’e gitmişti. O dönem bahriyeliydi ama İzmir Karagücü’nde kaleye geçer. Daha sonra Ankara Genel Kurmay Başkanlığı’nda şoför olur. O zamanlar Meslek Lisesi mezunu olmak önemli bir derecedir. Askerliğini orada tamamlar.
Trabzon’a döndükten sonra, o sıralar rahmetli Hayri Gür’ün çalıştırdığı Yalıspor’a transfer olur. Yalıspor’da 3 yıl kaleyi eldivenlerde olmadığı için, çıplak ellerle korur.
1959-60’lı yıllarda Martıspor’a transfer olur. Bu tarihten 7 yıl sonra Martıspor, Trabzonspor’un kurulmasında öncülük yapan dört takımdan biri olur. Rahmetli Hayri Gür hocanın antrenörlüğünü üstlendiği Trabzon karmasında da, İdmanocağı’nın kalecisi Halil ile karma takımının kalesini korur.
Kıyafeti, oturuşu, davranışı ve duruşuyla tam bir beyefendi fotoğrafı veren Mehmet Duran Amcamız, anlatmaya devam eder: ‘’Tabi belirtmek isterim ki; 5 yaşından beri babasız büyüdük. Top oynuyoruz ama para yok, pul yok. Futbol bunaltmaya başladı, her iki kale direği üstüme üstüme gelmeye başladı. Sadece, İdmanocağı ile oynadığımız maçlarda, o da galip gelebilirsek 10’ar lira prim alırdık. Onunla da giderdik zamanın en iyi mekanı olan Yeşilyurt’ta, kendimize ziyafet çekerdik. Trabzon’un zenginleri, tanınmış simalar, yazarlar, çizerler, futbolcular, hep oraya gelirdi. Yeşilyurt’ta tam altımızda, Trabzonlu olan Rum Mimiko’nun şarapçı dükkanı vardı. Bu arada tabi aylıkçı olarak taksicilik yapıyorum. Sonra ortak bir taksi aldım. Gemi yolculuğunun olduğu, şehirlerarası otobüs yolculuğunun olmadığı için o dönem, bizim meydandan şehirlerarası devamlı yolcu taşıyorduk. Hatta yaklaşık 18 yıl kadar da İstanbul’da taksicilik yaptım. Anlayacağın evlat biz şimdiki gibi değil, yontma taş devrinde futbol oynadık. ‘’
Yine de o günleri görmenin ve yaşamanın verdiği mutluluk, güneşle birlikte yüzüne yansıyordu Mehmet Amca’nın.
Yıllar önce bir Trabzonspor maçına gitmiş, sağındaki, solundakilerin, önündeki, arkasındakilerin futbolculara küfür ettiğini duyunca, kalkmış stattan çıkmış. Daha da maç izlemeye gitmemiş iyi mi?
*
‘’Maşallah delikanlı gibisin, bu dinçliğini neye bağlıyorsun Mehmet Amca’’ diye sordum. Güneşi arkasına almış, gölün hemen kenarında oturup, suyun üstendeki yaprağı, Sazanlara karşı kendine sal yapan, bizim helikopter böceği olarak bildiğimiz, Yusufcuk’a derin derin bakarak dalmıştı.
Parmak arasındaki 33’lük tespihini biraz çektikten sonra, sudan çıkan irice bir sazan balığı bir metre yükselip, gölün üzerine sertçe düşünce, irkildik. Başını kaldırdı: ‘’ O yaşlarda ben hep spor yapardım. Lastik toplarla akşama kadar oynardık. Malzeme sıkıntısı hat safhadaydı. Bir çift kramponu 3 yıl giyerdik vallahi. Eldiven, meldiven yok. Çıplak ellerle kaleye geçerdim. Toplar çamur tutar ağırlaşırdı. Sibobları yarım santim dışarıdaydı. Kafamıza denk gelince acıtırdı. Bazen de sert şut geldi mi avuçlarımızın içi acırdı. Şimdi, Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nun önünde, şadırvanın oradaki bisiklet tamircilerinin olduğu yer soyunma odalarımızdı. Oralarda giyinir soyunurduk. Oradan Askeri İnzibat Merkezi önündeki ilk taramalı sahaya, sonraki yıllarda da Trabzon Şehir stadyumu’na ( H.Avni Aker’e) malzemelerimizi giyinmiş halde yürüyerek gider, maça çıkardık. Yıkanmaya yer yoktu. Merkez İnzibat Karakolu’nun karşısındaki şadırvanda yıkanır temizlenirdik. Bizim özel hamamımız gibiydi. Yıkanır paklanırdık’’ derken, arada bir de ‘’Heeyyy gidi günler.‘’ demeyi de ihmal etmiyordu.
Farkındaydım, aslında içinde yanardağlar oluşuyor, volkanlar patlıyordu. Yaş yılları devirmiş, istese de daha kaleye geçebilir miydi?
Çok sakatlık geçirmişti, zeminler sertti. Zaman zaman taşlı, topraklı, çamurluydu. Tek doktorları Faroz Mahellesi’ndeki rahmetli Kırıkcı Kadir’di. Kadir Amca şimdiki Ortopedistler gibiydi!
Gada’nın kalbiyle ilgili ağır sıkıntıları vardı, haliyle sigara da kullanmıyordu. Derin bir nefes çekiyor göl havasından devam ediyor anlatmaya: ’’Şimdiki futbolcular, maaş, prim ve transfer ücreti alıyor. Elbise, ev, araba her şey var. Çoğunun ayakları yere basmıyor. Uçaktan inip, diğer uçağa biniyorlar. Sonra da ‘Üç günde bir maç oynadık, yorulduk’ diyorlar. Biz ise bir deplasmana otobüsle 3 günde gider, maça çıkar yener gelirdik. Şimdiki nesli anlayamıyorum. Beslenmeleri de bizden iyi. Biz mi acaba yanlış zamanda doğduk, onlar mı?”
*
‘’Bir anını anlatır mısın?’’ dedik. Durdu, düşündü ve ‘’Yıl 1953 İdmangücü ile Samsun’a özel maçlar yapmaya gittik. Dağları geçtik ve Samsun’a vardık. Samsunspor’a tam bir düzine gol atarak 12-0 yendik. Ardından daha güçlü olan Samsun Karması ile oynadık. Onları da 4-3 yendik. Kaledeydim, özel maçlar olduğu için, o zaman kadromuza başka takımlardan bir kaç kişiyi özel izinle alabiliyorduk.
Rahmetli Meşhur Akrep Celal’de (Öztürkmen) 4-3 lük karşılaşmada bizimleydi. Karşılaşmanın 15. dakikalarında Maradona gibi herkesi çalımladı. En son kaleciye de bastı çalımı, gitti kalenin içindeki gol çizgisinin üzerinde topun üstüne bastı, durdu. Biz şaşırdık bu ne yapıyor diye, orta hakem gol düdüğünü çalacak, çalamıyor, oda bekliyor, Celal’de sahaya doğru dönmüş bekliyor. Ellerini beline koydu, döndü hakeme baktı. Atayım mı der gibi, küçük bir omuz hamlesi yaptı. Orta hakem beklemeden düdüğü çaldı, gol diye santrayı gösterince, Celal’de topa hafifçe dokunarak golü atmak zorunda kaldı. İlginç bir goldü hiç unutamam, şimdi olsa televizyonlarda spor programlarına jenerik olurdu. Rahmetli Celal’ın Ağabeyi rahmetli Bereli İhsan’da iyi futbolcuydu. Bu iki kardeş şimdi Bahçecik Mezarlığı’nın içindeki caminin arkasında, yan yana yatıyorlar. Allah rahmet eylesin onları para ile şimdilerde almak çok zor olurdu sanırım.’’
Trabzonspor ve Trabzon futbol tarihini çok iyi bilenlerden biri eski tabelacılardan, bulmacacılardan 72 yaşındaki Çoşkun Akyüz anlatıyor: ’’Yalıspor’dan sonra ismi yenilenen bu kulübün, o zaman Karadenizgücü oluşunun kuruluş tarihini Gada Mehmet tespit etmiştir. Bir ara Ankara’da oynanan Cumhuriyet Kupası finallerinde, Trabzon Karması dahil 4 takım vardı. Bu turnuvanın final maçının hakemi Yüzbaşı Bahattin idi. Ne ilginçtir ki; bu maçı yönetecek olan Yüzbaşı Bahattin’i stadyuma, askeri aracı kullanan asker Gada Mehmet getirmişti. Asker olduğu için haliyle Mehmet Abi, bu turnuvada oynamamıştı. Aslında bir cümle ile bir paragraf ile Gada Mehmet anlatılmaz. Dönemin flaş kalecilerindendi, ne zaman askere gitti, kalecilikteki popülerliğini yitirdi. Oynadığında ideal vasıflara sahip, iyi bir kaleciydi.’’
Gada Mehmet, ilerlemiş yaşına rağmen oldukça şık ve temiz giyerdi. Futbola nokta koyduğunda tarihler 1964 yılını gösteriyordu. Duran ailesi, 1 No’lu Erdoğdu Mahallesi’ne bağlı; Tanjant yolu üzerindeki Gübaharhatun Aile Sağlık Merkezi’nin 50 metre kadar doğu tarafında, 70 metrekarelik, rahmetli annesinden kalan bir evde vefat edene kadar, mütevazi yaşantısını sürdürdü.
*
Kendi vefatından bir yıl kadar önce hayat arkadaşı Suna Duran’ı evinde kaybetmişti.
Ondan sonra Gada Mehmet’in omuzları çökmüştü. Yalnız yaşamaya başlamıştı. İki yetişkin evladı vardı. Dilek Şener ve Ercan Duran evliydi ve onlardan 4 tanesi ikiz, toplam 5 torunu vardı ama o evinde yalnız yaşamayı tercih ediyordu.
Dünyanın, gelmiş geçmiş en ünlü 4, 5 kalecisinden biri olan, Tatar kökenli Rusların milli takım kalecisi Rinat Dasayev’in(66) yüreklere dokunan sözleri geldi aklıma ’’Kaleciler, bu oyunun en duygusal adamlarıdır. İntihara en meyilli futbolcular onlardır. Benim için bir zamanlar ‘ortaklıktan kayboldu’ diyorlardı ya, neden acaba? Kaledeyken yediğin golleri bir şekilde zamanla sindiriyorsun ama yaşamdaki goller bize çok ağır geliyor be.’’
2018 yılının ocak ayıydı, 86 yaşına girmişti. Ocak, hiç sevmediğim tek aydır. Hava soğuktu. Mehmet Amca rahatsızlandı, ‘’kendimi iyi hissetmiyorum.’’ diyerek, oğlunu eve çağırdı. Oğlu geldi, evde onu lavaboya doğru getirirken, Mehmet Amca olduğu yere yığıldı kaldı.
Bir çok eski rahmetli futbolcunun da yattığı, Sülüklü Mezarlığı’nda eşinin yanına defin edildi. Anlayacağınız; ha gada, ha gadam, ha gadaşım Mehmet, ne de olsa futboldan nasibini alamayanlardan biri daha oydu; bizim Mehmet.