Şimdi uzaklardasın… Zeki Müren’in ölümünün üzerinden tam 26 yıl geçti

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Dinlemek için tıklayınız

Türk müziğinde unutulmaz sesi ve yorumuyla iz bırakan ‘Sanat Güneşi’ Zeki Müren’in vefatının üzerinden 26 yıl geçti.

Tarzı ve farklı sesiyle yaşadığı döneme damga vuran ve bugün dahi büyük bir hayran kitlesine sahip olan besteci, söz yazarı, yorumcu ve oyuncu Zeki Müren, Üsküp’ten Bursa’ya göç eden Kaya ve Hayriye Müren çiftinin tek çocuğu olarak 6 Aralık 1931’de dünyaya geldi.

“ADIMI BABAANNEM KOYMUŞ”

Bursa’da Tophane Mahallesi’nde dünyaya gelen sanatçı, yaptığı bir açıklamada ailesine ve dünyaya geliş hikayesine dair şunları anlatmıştı:

“Uludağ eteklerine ikinci kar çoktan düşmüş. Bursa, sıfırın altındaki gecelerinden birisini yaşıyor. Dedem Hacı Mehmet Efendi göbeğim kesildikten sonra o güzel sesiyle minicik kulaklarıma ilk ninniyi söylemiş, ‘Oğlan oğlan boynuma dolan. Kolum sana yastık, saçlarım yorgan.’ Sabah ezanı okunurken saat beşte dünyaya gelmişim. Rahmetli babaannem, ‘İnşallah başarılı ve zeki bir çocuk olsun’ diyerek adımı Zeki koymuş. Ortapazar Caddesi’nde oturanlar, o sabah ebemin sevinç çığlıklarına koşmuş. Güzel sesli dedem Mehmet Efendi çok ünlü bir hafızdı. Her gün Şehadet Camisi’ne gider ezan okurdu. O ezan okurken, herkes sokaklara dökülür tüyleri ürpererek dinlerdi onu. Babam Kaya Müren ise Bursa’nın en iyi giyinen erkeğiydi. Yaz-kış demeden ölünceye kadar o takım elbisesini ve kravatını hiç çıkarmadı. Babaannem, uzun beyaz entarisini üzerinden hiç çıkarmaz, saçları hep topuzlu dolaşırdı. O yüzden adı ‘Temiz Hayriye’ye çıkmıştı.”

“GİYSİLERİMİ KENDİM ÇİZİYORUM”

Zeki Müren, 1976’da BBC Türkçe Radyosu’nda spiker Sabih Aykoler ile yaptığı röportajda ise giyim tarzıyla ilgili şunları söylemişti:

“Ben 1955 yılında akademiyi birincilikle bitirdim. O zamandan bu zamana bütün giysilerimi, normal hayatımdakiler de dahil kendim çiziyorum. Modellerini kendim çiziyor, renklerini kendim seçiyorum. Biraz yaradılış biraz da ona ilave edilen bir ekol meselesi oluyor. 1955’ten bu yana her sezon her şarkı için değişik anlam taşıyan kostümler çizdim ve giydim. Beğenildiğini gördükçe de devam ettim. Ben smokinle de fantezi kostümlerle de okuyorum. Eserine göre seçiyorum bunları. Dünyada bu benden daha sonraki yıllarda tatbik edildi. Bu da bana bahtiyarlık veriyor. Mesela Liberace’yi bana benzetirler, giysi bakımından. Ben şu noktada ‘Hayır’ diyorum. Benim 1956’da giydiğimi 60’lardan sonra Liberace giydi. Ruh benzerliği olabilir. Ben onu gördüğümde onu taklit etmedim, Elvis Presley’i keza. Ben Türkiye’de Edirne’den Ardahan’a naçizane kendi halkıma hitap etme çabasını gösterdim. Gün geldi, dünkü günü yaşadık beraber.”

Usta sanatçı, ilk musiki nağmelerini sesinin güzelliğiyle tanınan dedesi Şehadet Camisi müezzini Bıçkıcı Mehmet Efendi’den duyarak 3 yaşında şarkı söylemeye başladı. Alfabeyi annesinin yardımıyla 5 yaşındayken öğrenen sanatçı, ilk ve orta öğrenimini Bursa’da tamamladı. Yeteneği henüz ilk okuldayken öğretmenleri tarafından fark edilen Müren, ilkokulda bir piyeste çoban rolünü canlandırdı.

“SAHNE KOKUSUNU İLK DEFA ORADA HİSSETTİM”

Müren, evinin bahçesindeki sardunyalı havuzun başında mahalleli için henüz çocukken ilk kez sahne almaya başladığını aktardığı bir konuşmasında, şu bilgileri aktarmıştı:

“Ortapazar Caddesi’ne her yaz çadır tiyatroları gelir, boş arsalardan birine kurulurdu. Bayılırdım o çadır tiyatrolarına. Babama hep yalvarırdım, ‘Ne olur önden bilet al’ diye. Benim hatırım için evdekiler iki gecede bir çadır tiyatrosuna taşınırdı. Sahneye önce bir saz heyeti çıkardı. Ardından şarkıcılar sırayla sahne alırdı. Oturduğum yerden onlarla birlikte mırıldanır, şarkılar söylerdim. Hele hele çadırın assolisti çıktığı zaman nefesim kesilirdi, heyecandan yerimde duramazdım. Sahne kokusunu ilk defa çadır tiyatrosundaki şarkıcıları izlerken hissettim. Ne garip bir kokuydu o. Şarkıcıların süründükleri esans, yaptıkları makyaj, hatta sahnenin arkasındaki tuvaletten yayılan koku… Bu rutubetli kokuyu ciğerlerimin ta derinliklerine kadar teneffüs ederdim. Ben o günlerde koyu bir Müzeyyen Senar hayranıydım. Müzeyyen Hanım’ın evimizde her plağı vardı. Okul dönüşü o plakları dinler, sonra ilk dersleri almaya başladığım Bursalı tambur üstadı İzzet Gerçeker Beyefendi ile Müzeyyen Hanım’ın şarkılarını birlikte geçerdik.”

İLK ESERİNİ BURSA’DA KALEME ALDI

Ailesini ikna ederek lise eğitimi için İstanbul’a gelen Müren, 1946’da İstanbul Boğaziçi Lisesi’nde yatılı eğitime başladı.

Usta sanatçı, “Zehretme hayatı bana cananım/ Elemlerle doldu benim her anım,/ Kederimle yanıp sönse de canım,/ İnan ki ben sana yine hayranım” adlı acemkürdi makamındaki ilk eserini 1949’da Bursa’da kaleme aldı. Eser, Suzan Güven tarafından TRT radyosunda seslendirildikten sonra dikkati çekti.

Boğaziçi Lisesi’nde müzik dersleri veren bestekar Şerif İçli ve Kadri Şençalar’ın derslerini takip eden Müren, lise son sınıftayken Şükrü Tunar’ın “Bir Muhabbet Kuşu” adlı eseriyle ilk plağını doldurdu.

SOLİSTLİK SINAVINDA BİRİNCİ OLDU

debiyat ve resim sanatına da ilgi duyan Müren, ünlü yönetmen Arşavir Alyanak’ın babası Agopos Efendi ile Udi Krikor’dan da dersler alarak musiki eğitimini sürdürdü.

Usta sanatçı, olgunluk imtihanlarını pekiyi dereceyle vererek, 1950’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisine (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) girdi. Yüksek Süsleme Bölümü Sabih Gözen atölyesinden birincilikle mezun olan Müren, öğrencilik yıllarından başladığı desen çalışmalarını, pek çok kez açtığı sergilerle sanatseverlerin beğenisine sundu.

Üniversiteye girdiği yıl TRT İstanbul Radyosunun açtığı ve 186 adayın katıldığı solistlik sınavını birincilikle kazanan Zeki Müren, 1 Ocak 1951’de İstanbul Radyosunda canlı yayımlanan bir programda ilk radyo konserini verdi. Bu konserde kendisine eşlik eden saz ekibi arasında Hakkı Derman, Serif İçli, Şükrü Tunar, Refik Fersan ve Necdet Gezen yer aldı.
Zeki Müren, başarılı geçen ilk konserin ardından radyolarda düzenli ve birçoğu canlı olmak üzere 15 yıl boyunca unutulmayan eserleri seslendirdi.

1954’TE SİNEMAYA ADIM ATTI

Sanatçı 1954’te “Beklenen Şarkı” adlı filmle ilk kez sinemada görünürken bu filmde Türk sinemasının ilk kadın yönetmeni ve ilk kadın yıldızı Cahide Sonku ile başrolü paylaştı. Müren’in 10 bestesinin de yer aldığı müzikal film, sanatçıyı görmek isteyenlerin ilgisi sonucu gişe rekorları kırdı.

Türk sinemasında 17 filmde başrol oynayan sanatçı, sektörde en yüksek rakamlı sözleşmelere imza attı, 1955’te Arena Tiyatrosu’nun “Çay ve Sempati” adlı oyununda da başrol oynadı.
Müren’in oynadığı filmlere genellikle, “Berduş”, “Hayat Bazen Tatlıdır”, “Altın Kafes”, “Bir Yaz Yağmuru” gibi kendi bestelerinin adı verildi.

Dönemin en popüler, aranılan sesi ve yüzü olan Müren, ilk sahne konserini 26 Mayıs 1955’te verdi. Sanatçı, aynı yıl “Manolyam” şarkısıyla Türkiye’de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü’nü kazandı.

Zeki Müren, gördüğü ulusal ilginin yanında uluslararası alanda da dikkati çekerek, 1976’da Londra’daki Royal Albert Hall’da konser verdi ve bu salonda sahne alan ilk Türk sanatçı oldu.
Usta sanatçı, askerliğini 1957-1958’de yedek subay olarak Ankara Piyade Okulu, İstanbul Harbiye Temsil Bürosu ve Çankırı’da tamamladı.

“YALNIZ BENİM OL” ŞARKISINI ÇOK SEVERDİ

Kendine ait gösterişli ve ilgi uyandıran kostümleriyle de hayranlarının beğenisini kazanan ve “Sanat Güneşi” olarak Türk toplumunun hafızasında yer edinen Müren, Maksim Gazinosu sahnelerinde, aralıksız 11 yıl Behiye Aksoy ile dönüşümlü sahne aldı.

Sanatçı Müren’in en sevdiği şarkı, Selahattin Pınar’ın “Yalnız benim ol, el yüzüne bakma sen” eseriydi.

Yaşamı boyunca 600’ü aşkın plak ve kaset dolduran sanatçı, 1991’de “Devlet Sanatçısı” seçildi. “Şimdi Uzaklardasın”, “Manolyam”, “Bir Demet Yasemen”, “Gözlerinin İçine Başka Hayal Girmesin” ve “Elbet Bir Gün Buluşacağız” gibi birçok sevilen esere imza atan Müren, aynı zamanda kurallı şekilde Türkçe konuşmaya özen göstermesiyle biliniyordu.

Sanatın birçok alanında başarılı yapıtlar veren Müren, farklı zamanlarda yazdığı şiirlerini bir araya getirdiği, “Bıldırcın Yağmuru” adlı eserini 1965’te kitap ve kaset olarak hayranlarının beğenisine sundu.

Zeki Müren, 1980’de Kuşadası’nda kalp spazmı, ardından da 1983’te Paris’te kalp krizi geçirdi. Sahnelerden uzaklaşarak Bodrum’a yerleşen sanatçı, son konserini ise 1984’te geliri antik tiyatronun restorasyonuna harcanmak üzere, Bodrum Kalesi’nde verdi.

Mal varlığını Türk Eğitim Vakfı ile Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı’na bağışlayan usta sanatçı, Ajda Pekkan, Muazzez Abacı ve Muazzez Ersoy’la düetlerin yer alacağı 7 şarkıdan oluşan yeni kasetini tamamlayamadan, TRT’nin İzmir Radyosu Stüdyolarındaki canlı yayında, 24 Eylül 1996’da kalp yetmezliği sonucu hayatını kaybetti.

Sanatçının cenazesi, Bursa Emir Sultan Mezarlığı’nda toprağa verildi.

ÜÇ BİNDEN FAZLA KİŞİYE BURS VERDİ

Sayısız kurum ve kuruluş tarafından yüzlerce ödüle değer görülen Müren’in Bodrum’daki evi, vefatından sonra Kültür ve Turizm Bakanlığınca müzeye dönüştürüldü.

Vefatının ardından oluşturulan Türk Eğitim Vakfı (TEV) Zeki Müren Fonu’nda bugüne kadar, 3 binden fazla kişiye burs sağlandı.

TEV ve TSK Mehmetçik Vakfı tarafından 2002’de Bursa’da sanat üzerine eğitim verilen Bursa Zeki Müren Güzel Sanatlar Lisesi yaptırıldı.

Sanatçının albümleri şöyle:

“Senede Bir Gün” (1970), “Pırlanta 1” (1973), “Pırlanta 2” (1973), “Pırlanta 3” (1973), “Pırlanta 4” (1973), “Hatıra” (1973), “Anılarım” (1974), “Mücevher” (1975), “Güneşin Oğlu” (1976), “Nazar Boncuğu” (1977), “Zirvedeki” (1977), “Sükse” (1978), “Kahır Mektubu” (1981), “Eskimeyen Dost” (1982), “Hayat Öpücüğü” (1984), “Masal” (1985), “Helal Olsun” (1986), “Aşk Kurbanı” (1987), “Gözlerin Doğuyor Gecelerime” (1988), “Ayrılık İşte (1989), “Karanlıklar Güneşi” (1989), “Şarkılar” (1989)”, “Dilek Çeşmesi” (1989), “Bir Tatlı Tebessüm” (1990), “Doruktaki Nağmeler” (1991), “Sorma” (1992)” (AA)

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Şimdi uzaklardasın… Zeki Müren’in ölümünün üzerinden tam 26 yıl geçti

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir