Hayatı güzelleştirme sanatı
Oyuncu Meryem Uzerli ile önce konakladığı Çırağan’dA sabah kahvesine buluştuk. Ralph Radtke yönetimindeki otel, Serdar Gülgün’ün danışmanlığında baştan aşağı yenilenmiş.
Osmanlı çizgilerinin Akdeniz ruhuyla buluştuğu modern ama halen saray ihtişamını yansıtan bir tasarıma kavuşmuş.
Meryem Uzerli ile sabah kahvesinden hemen sonra Fairmont Otelleri’nin dünya başkanı Yiğit Sezgin’in düzenlediği teknede brunch etkinliğine katıldık.
76. Cannes Film Festivali’ne katılan Uzerli, etkinliğin verimli geçtiğini söyledi: “Cannes’da ve Los Angeles’taki festivallerde her geçen gün global film network’üne daha çok entegre olduğumu görüyorum. Chopard’ın butik davetleri, amfAR gala, sinema dünyasındaki kadın işçilerin haklarını koruyan Eva Longoria ve Maria Bravo’nun düzenlediği Global Gift Derneği bağış gecesi oldukça verimliydi. Ödül törenleri de çok anlamlıydı. Merve Dizdar’ın ödül alışından ayrı bir gurur duydum. Sıra dışı bir başarı. Kısacası networking yapmayı ve hikâyeleri olan kişilerle tanışmayı seviyorum. Bence networking hayatı birbirimiz için güzelleştirme sanatı.”
Meryem zeytinlikte
Boğaziçi’nin muhteşem manzarasını seyrederken Uzerli ile İstanbul’a dair de sohbet ettik.
Şehri ikinci evi olarak tanımlayan Uzerli, “Berlin ve İstanbul benim için ev demek. Diğer tüm şehirler sadece seyahat ettiğim yerler. Tüm yabancı arkadaşlarım İstanbul’u konuşuyor. UEFA final maçının burada oynanması büyük başarı. Türkiye’nin daima bir sürprizi var. Şartlar ne olursa olsun Türkiye şapkasından bir sürpriz çıkarmayı ve dünyayı şaşırtarak hayran bırakmayı beceriyor” diye konuştu.
Ağustos ayında doğum gününü İstanbul’da kutlama ihtimali olduğunu söyleyen güzel oyuncuya yeni yaşından ne dilediğini sordum. Her zamanki manevi duruşuyla cevabı “Ailemin sağlığı ve huzuru” oldu.
Kısacası gördüm ki Meryem’in en büyük aşkı her zamanki gibi yine işi ve çocukları.
Yeni projelerine dair de sohbet ettiğimiz oyuncu, bir dijital platform için geçen sene İzmir’de çektikleri dizinin bu yaz yayınlanacağını söyleyerek “Urla ve Çeşme köylerinde çektiğimiz dizimiz yayına hazır. Doğa içinde çalışmaya bayılıyorum. Huzur buluyorum” dedi.
İşin aslı
Son günlerde Nusret Gökçe’nin New York’taki restoranlarından birinin kapandığı haberi ortalıkta dolaşıyor.
Gökçe’nin iletişim ekibiyle konuştum.
Meğer restoranın bulunduğu binanın önüne kurulan tadilat iskeleleri belediyeye yapılan tüm başvurulara rağmen aylardır kaldırılmıyor ve restoranın önünü kapatıyormuş. Bu sebeple yeni bir mekâna taşınmaya karar verilmiş. Hatta restoranın dışına “Taşınıyoruz” ibaresi dahi asılmış.
Bunun apaçık görülüyor olmasına rağmen yapılan karalama kampanyasını kasıtlı bir Türkiye ve Türk markası kıskançlığı olarak yorumluyorum.
Kısacası meyve veren ağaç yine taşlanıyor.
Ağaç Türkiye’nin, taş ise yabancıların.
Dünyanın en pahalı balı
Gastronomi demişken… İstanbul’da UEFA final maçı partilerinde dolaşırken girişimci Peri Karabulut ile tanıştım ve Türk gastronomisi adına gurur verici bir haber aldım.
Karabulut, Artvin’in dağlarında dünyanın en butik arıcılık işletmelerinden biri olan Elvish’i kurmuş.
O kadar yerleşimden uzak bir bölgede kurmuş ki, peteklerin kurulumunda ve balların toplanmasında helikoptere ihtiyaç duyuyorlarmış. Elvish ballarından her dönem sadece 100 kavanoz satışa çıkarıyorlarmış.
Özellikle ABD ve İngiltere’den zenginler, ufacık bir şişeye 1100 dolar vererek Türk balı tercih ediyormuş.
Kültürümüzün mirası balların böylesine bir içerik, markalaşma ve şişe tasarımıyla dünyayla buluşması, ülkemizin gastronomisi adına heyecan verici bir gelişme.