Kleopatra’nın güzellik kremiyle parfümü; Büyük İskender’in savaş yaralarını iyileştiren iksir; Budist rahiplerle Romalı zenginlerin kostümlerinin göz alıcı rengi; Neron’un karşılama töreninde sokaklara serpilen zenginlik alameti… Uzakdoğu’dan Akdeniz çanağına kadar birçok ülkenin simge yiyeceklerinin tat ve renk vereni… Ülkemizde de bir kasabaya isim vermiş safran bitkisi. Efsanevi olmasının sebebi kilosunun bugünlerde 100 bin lira olması değil. Antik Yunan’da da tanrıların günlüğünde yer bulmuş kendine; hem de şimdi lüksün timsali Hermes’e bağlı bir hikâyeyle.
Zeus’un yaramaz oğlu Hermes, arkadaşı-aşkı Krakus’la disk atma çalışması yaparken onu kafasından ölümcül bir şekilde yaralar, çok üzülür. Krakus’u ölümsüzleştirmek için onu safran çiçeğine dönüştürür, başından dökülen üç damla kanı da çiçeğin ortasına yerleştirir, böylece safran ve üstündeki üç kırmızı lif oluşur. Safranın Latince adı Crocus sativus. Olayın geçtiği yer Yunanistan’ın Krakus Köyü, ki orası da safranıyla ünlü.
Ulaşım karayoluyla
Safranın adı tarihin her döneminde zenginlikle, gösteriş ve mucizelerle yan yana anılmış demek için anlattım bu hikâyeleri… Safran hasadı için yola çıkarken tam bu nedenlerle tatlı bir heyecan içindeydim. O zarif çiçeğe dokunmak, içindeki iplikçiklerin uyandırdığı binlerce yıllık hayranlığı paylaşacak olmak başlı başına yola çıkma sebebi. İstanbul’dan karayoluyla 4.5 saatte ulaşılıyor Safranbolu’ya.
Ankara’dan daha da yakın; 2.5 saat kadar sürüyor. Biz öğleden sonra çıktık ve birkaç yol çalışmasına denk gelip biraz uzun sürede vardık ancak beis yok, sonuçta sabah safran tarlasına giderek başlayacağız gezimize. Zarif çiçekler gün daha doğmadan hasat edilmeli diye kalmış aklımda ama tam böyle değilmiş. Günün erken kararıp geç aydınlandığı günlerdeyiz, dolayısıyla sabah çok erken gitmeye gerek olmuyor.
Doğası gereği de sisli-puslu bir bölge, o nedenle biz Yukarıçiftlik Köyü Keten Mahallesi’ndeki tarlaya saat 10 gibi gittik. Festival dönemi olduğu için yerel üreticiler tanıtım stantları açmıştı ve resmi konuşmalar bitince ortam tam bir şenlik alanına dönüştü. Peki, Safran Festivali neden sadece bu köy ve tarlada yapılıyor biliyor musunuz? Çünkü bu kadar geniş alanda dikim yapan tek üretici İsmail Yılmaz.
1940’larda ekim durmuş
Safranbolu’nun safranla tanışıklığı 14’üncü yüzyıla kadar gidiyor. Anadolu’nun bazı bölgelerinde o yıllarda çok miktarda safran üretilmiş. İbni Battuta seyahatnamesinde Göynük bölgesi için “Burada ne bağ ne bahçe var. Safrandan başka bir şey yetiştirilmez” diyor örneğin… O dönem sarayın ve tüm ülkenin safran ihtiyacını karşılayan; 18-19’uncu yüzyıllarda Avrupa’ya satılan safranı üreten ilçede 1940’lara gelindiğinde üretim tamamen bitiyor. Bir iki köyde kendisi için safran yetiştirenler sayesinde üç-beş kök yaşamaya devam ediyor. Ta ki İsmail Yılmaz, yeniden bu değerli bitkiyi yetiştirmeye karar verene dek.
Son yıllarda ilgi gördükçe, para kazandıkça dikim alanları artıyor. İsmail Bey ilklerden olduğu için tarlaları çok büyük. Hasada yetişebilmek için peyderpey dikerek 45 güne kadar yaymış toplama işini. Kasım sonuna kadar ziyaret ederseniz safran toplama ritüeline katılabilirsiniz. Gitmeden önce mutlaka arayın, İsmail Bey (0542 737 56 93) köyünün turizm elçisi gibi gelenlerle ilgilenip onlara bu deneyimi gösteriyor ama kendi başınıza kimsenin çiçeğine dokunmayın sakın. Tarlanın kenarında renkli fotoğraflar için güzel bir salıncak kurmuşlar, gelenlere çay-kahve içebilecekleri mini bir kafeyle hizmet de veriyorlar.
Safran tarlası, sabah sisinin içinde egzotik bir masal karesi sanki. Çiçeklerin kristal gibi, dokununca kırılacakmış hissi veren mor yapraklarını iki parmağınızla koparmak, sonra nazikçe sepete koymak törensel bir an yaşatıyor. Safran tarhlarını kucaklamak istiyorum, bol bol fotoğraf ve videoyla ayrılıyorum tarladan.
Festival alanı safranın görkemini yaşatmaktan şimdilik uzak. Yolun daha başında, emekleyen bir organizasyon, gönül ister ki Avrupa’nın ve ülkemizin en iyi şefleri, restorancıları doldursun stantları. O günler de gelecektir eminim. Ürün o kadar soylu ki onunla ‘ne yapsak olur’ turizmi yapılmamalı. Çarşıda gezerken safranlı her şey çıkacak karşınıza; alışveriş yaparken saf safran tanecikleri almak ve ondan kendi safranlı tariflerinizi üretmek en güzeli. Ben safran soğanları da aldım çünkü saksıda yetişebiliyor. Evimizin safranını hasat etme fikri hoş değil mi?
Safranlı yemekler konusunda toplum hafızası zayıflamış ve çok az yemekte yaşıyor safran. Bunun için festivalde yarışmalar düzenlendi. Ama safranlı yemek yemek isterseniz sadece bir seçenek var. 3 tane konak alıp onları restore eden Gül-İbrahim Canbulat çifti, Gülevi adını verdikleri otellerinde bir yandan da bölgenin yemek tarihi üzerine çalışıyorlar. İbrahim Bey’in Safranbolu yemekleri kitabı pek yakında çıkacak.
Ama siz eğer gurme tutkular peşinde Safranbolu’yu ziyaret edecekseniz Osmanlı’daki tariflere sadık kalınarak hazırlanmış safranlı yemekleri tatmak, üzerine konuşmak, sohbet etmek isterseniz İbrahim Bey’i arayın. Gülevi de rezervasyonsuz misafir kabul edemiyor, konaklamayacaksanız da yemek deneyimi için yer var mı bir sorun (0530 243 00 45)…
Çarşıda bir tam gün geçirebilirsiniz
O güzelim tarlayı bırakıp çarşıya inmek istemiyoruz ama süremiz kısıtlı. Safranbolu’nun çarşısı tam bir günü hak ediyor. Daracık, labirent gibi sokaklarda hangi dükkâna bakacağımızı şaşırıyoruz.
(Tarihi çarşıda evlere mi vitrinlere mi bakacağınızı şaşırıyorsunuz.)
‘Rahatül hülkum’, lokum alın; yani ‘boğaz rahatlatan’ hele ki safranlıysa binbir derde şifa… Başka bir yerin lokumuna da benzemiyor, geniz yakmıyor, dişe yapışmıyor, özel bir tarif belli ki. Yemek için yerel lezzetler tercih edecekseniz seçenek çok. Buranın mantı, piruhi ve cevizli eriştesi meşhur. Bir de çarşının başındaki kel simitçisi. Dört kuşaktır o fırında üretilen simit için uzun bir kuyruk var kapıda. Simit kalmamışsa tereyağlı galetalarından alın, böylesi az bulunur…
Kıtır ve yayım alın
Belediyenin çok işlevli bir sosyal tesisi var, tarihi güzel bir bina restore edilerek oluşturulmuş. Mantının da piruhinin (peynirli üçgen mantı) de tadı damağımda, hele el açması baklavası nefis. Coğrafi işaretli Safranbolu kıtırı ve yayım denilen kesme erişteleri de paket paket almalık. Safranbolu’nun belediye başkanı Elif Köse, belediyeciliğe kadın eli değince nasıl mucizeler yaratıldığını göstermesi açısından örnek. Sosyal tesiste satılan ve servis edilen tüm ürünler kadın emeğini değerlendirmek için kurulan kooperatiften yani doğrudan kadınlardan geliyor.
17 dönümlük tarla kiralayıp sokakları yeşillendirecek çiçek üretmek için çıktıkları yolda şimdi bir tohum bankası kurmuşlar ve domatesten bamyaya seralarca organik sebze üretiyorlar. Bu sebzeler ihtiyaç sahiplerinin evlerine düzenli olarak gönderiliyor, ayrıca sosyal tesisteki yemeklerde kullanılıyor. Eğer yöresel sebze-meyve tatlarını merak ediyorsanız, böyle gurme arayışlarınız varsa belediye serasını ziyaret edin.
Ayrıca cumartesi günleri kurulan Galle Pazarı’na yolunuzu düşürün. Burası tarihi çok eskiye dayanan ‘kadınlar pazarı’. Cevizin ve kestanenin memleketindeyiz, tabii ki mantarın da tam zamanı. Sokaklar kanlıca mantarı satıcılarıyla dolu. Çintar ismi de verilen bu lezzeti tadan bilir; efsanevi…
Konakların içinde niye havuz var?
Safranbolu’ya Hıdırlık Tepesi’ne çıkıp baktığınızda pitoresk bir tablo gibi görünen evlerin güzelliği malum… Birbirinin güneşini engellemeyen saygılı bir mimari ama kocaman konakların yaşatılması, bakımı zor. İyi bakılmış olanlar harika ama bazılarının durumu üzücü. Çarşıdaki ‘Gezi Evi’ni sahipleri cüzi bir ücret karşılığı gezdiriyor. Bazı konaklar otel, bunlardan birinde kalırsanız tam olarak hissedebilirsiniz kentin dokusunu. Tek bir klasik tip konak yok, dışı benzese de içleri farklı. Geniş aileler yaşadığı için ortalama 7-8 odalı. Konakların kiminin bahçesinde kiminin de içindeki selamlık odasında havuzlar var. Ahşap yapılara yangında hızla müdahale etmek için konulan bu havuzlarda sürekli su akmasının nedeni de odalarda birbiri hakkında konuşan aile üyelerinin dedikoduları duyulmasın diyeymiş.
UNESCO tarafından 17 Aralık 1994’te Dünya Mirası Listesi’ne alınan kentin kanyonları (altta) da çok etkileyici.
Cinci Hoca’nın gizli marifeti
Meydandan çarşıya girerken gerçek bir Osmanlı mimari dehası olarak kurulan kente uzun uzun bakın. Suyun şekil verdiği kanyonların ortasında biblo gibi bir kasaba. Tepeden kente bakan Saat Kulesi ve Hükümet Konağı çok güzel görünüyor. Bölgenin bir iç deniz olduğu, tepelerin suyun aşındırmasıyla oluştuğu iddia ediliyor. Hatta kayalardaki su izlerinin Nuh Tufanı’na işaret ettiğini söyleyenler bile var. Katman katman tarih denen bu olsa gerek… Akçasu ve Gümüş derelerinin üzerinin kapatılmasıyla çarşı bölgesi oluşturulmuş; altından dereler akmaya devam ediyor; aşağıdan akan suyun sesini duyabiliyorsunuz. Yağmur sularının akması için ortaya doğru eğimli yapılan taş sokaklar, yüzlerce yıl önce yapıldığı haliyle duruyor. Memleketi hakkında harika bir ‘Safranbolu Gezi Rehberi’ hazırlayan tarihçi Mehmet Kütükçüoğlu zaten zengin ve bir İpek Yolu durağı olduğu için ticaretle para kazanan kasabanın, 17’nci yüzyılda abat edilmesini üç kişiye bağlıyor. Ünlü mimarlardan Koca Kasım Ağa, kazaskerliğe kadar yükselen Cinci Hoca lakaplı Karabaşzade Hüseyin Efendi ve Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa. Hikâye biraz dizi gibi ama özetlemek gerekirse; Padişah İbrahim’in ruhsal bunalımlarını ve cinsel sorunlarını safranlı terkiplerle iyileştirince ünü tüm sarayı saran Cinci Hoca, devlet kademelerinde hızla yükselmiş. Mimar Kasım Ağa’yı kendi adına han ve hamam yaptırması için kente getirmiş. Görkemli Köprülü Mehmet Paşa Camisi’nin de mimarı o. Sadrazamların bu kasabaya ilgisi çok, kendi isimleriyle camiler yaptırmışlar. Köprülü Mehmet Paşa’nın buraya sürgüne geldiği kayıtlarda olmasa da konuşulanlar arasında… Köprülü Mehmet Paşa Camisi çarşının tam kalbinde; bahçesindeki tarihi güneş saatini görüp anıt çınarların gölgesinde huzurla soluklanın. Cinci Han, bugün otel olarak kullanılıyor. İçinde çok incelikle hazırlanmış bir de Kahve Müzesi var. Otelde kalmasanız da avluda ve üst kattaki balkonlarda kahve içebiliyorsunuz. Sadrazam İzzet Mehmet Paşa Camisi de İstanbul’daki Nuruosmaniye Camisi’nin küçük bir kopyası gibi, çok zarif yapılmış.
Türkiye’nin ilk cam terası
Safranbolu bir kanyonlar beldesi aynı zamanda. Çok yakındaki Tokatlı Kanyonu’na yapılan cam teras, ülkedeki ilk örnek. Yürümeye “A ne var ki bunda” diyerek başladım kısa süre sonra “Çok şey varmış” diyerek yürümeyi zorlukla sürdürdüm… Ama manzara buna değer. Kanyoning ve trekingle ilgileniyorsanız Tokatlı Kanyonu içindeki İncekaya Su Kemeri’ni de görebilirsiniz. Konarı Kanyonu ve Bulak Mencilis Mağarası da listenizde olsun.