“Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istemiyorlar çünkü…”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Dinlemek için tıklayınız

CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (UMAG) ve Sosyal Demokrasi Derneği’nin (SDD) Adalet ve Demokrasi Haftası dolayısıyla dün düzenlediği ‘Cumhuriyetimizin 100’üncü Yılında Demokrasimizin Geleceği ve 2023 Seçimleri’ konulu panelde konuştu. Kuşoğlu, şunları söyledi:

“2023 seçimleri hakikaten çok çok önemli, belki Cumhuriyet tarihimizin en önemli seçimleri. Onun için bizler, önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak, ondan sonra CHP’liler olarak, ondan sonra da özellikle CHP’de benim gibi yöneticilik durumunda bulunan, milletvekilliği ya da yöneticilik pozisyonunda olanlar olarak, üzerimizde çok büyük bir sorumluluk var. Başaramazsak da büyük bir vebal söz konusu olacak. Onun için bu dönemi bir şekilde başarılı olarak bitirmek zorundayız, başka çaremiz yok. Bunun bilinmesi lazım. Ya başaracağız ya başaracağız. Hepimiz bu kanıdayız, öyle düşünüyoruz.

POPPER ÖRNEĞİ

Konuyla ilgili, gelirken düşündüm. Karl Popper isminde bir Avusturya kökenli İngiliz düşünür var. 1900’lü yıllarda yaşamış Karl Popper, demokrasiyle ilgili de çok önemli de düşünceleri var. Garibime giden bir sözü var. Diyor ki ‘Demokrasilerde en önemli, en elzem konu, seçimle iktidarların değişebilmesidir’ diyor. ‘Seçimle iktidarlar değişebiliyorsa demokrasi vardır’ diyor. Dedim, demokrasinin başka bir özelliği kalmadı mı bunu söylüyor. Ama bu dönemi yaşayınca bunun ne demek olduğunu gayet iyi anladım. İktidarın devlet imkanlarıyla medyayı sıkıştırarak, medyayı kontrol ederek, her türlü iktidar gücünü kullanarak iktidarı bırakmamaya çalışması, seçimle gitmemeye çalışması; yolsuzluklarla, para gücüyle ayakta kalmaya çalışması, maalesef bu Karl Popper’ın sözünün bir göstergesi gibi oldu. 100 yıl önce kurtuluş mücadelesini bitirip de Cumhuriyet’i kurduğumuzda, bir zihniyet ne kurtuluş mücadelesine ne kuruluş mücadelesine iştirak etmedi. O zihniyet, şimdi 20 yıldan beri iktidar olan zihniyettir. Bakın, muhafazakârlar falan demiyorum. Çünkü o tarihte sosyal demokratlar-muhafazakarlar, böyle bir ayrım yoktu Türkiye’de. Zaten o tarihte tebaaydık, vatandaş da değildik.

“SAĞLAM BİR CUMHURİYET KURULDU”

O tarihte belki rahmetli İnönü için de ‘muhafazakarlık’ kullanılabilir. Muhafazakarlık değil; bazıları, bunu bir kere kullandım istismar ettiler, onun için daha özenle kullanmaya çalışıyorum. Kurtuluş mücadelesine karşı olan o zihniyet, o karanlık günlerde Atatürk’ün mücadelesini desteklemedi maalesef, daha sonra mücadele başarılı oldu. Kurtuluş mücadelesi başarılı oldu, düşmanı kovduk. Yeni bir Cumhuriyet ve bir devlet kurma ihtiyacı oldu ve Atatürk bu devleti kurdu, Cumhuriyet’i kurdu. Biliyorsunuz, ‘Efendiler yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz’ demişti, Cumhuriyeti ilan etti. Buna da karşı oldular ve 80 yıl Cumhuriyet’le mücadele ettiler. Bu devletle mücadele ettiler. Bu devlete karşı oldu bu zihniyet. Ancak Cumhuriyet’in bir fazileti, demokrasisinin bir fazileti olarak, bundan 21 yıl önce, 2002’de o zihniyet iktidara geldi. Bu, demokrasi adına, Cumhuriyet adına övünülecek bir hadise. Kendisine karşı olan, kendisine karşı sürekli eleştiride bulunan, muhalefet eden zihniyet iktidara geliyor, devleti yönetiyor. Düşünebiliyor musunuz? Bu, demokrasinin, Cumhuriyet’in bir fazileti. Ancak bu 21 yıllık dönemde büyük sıkıntılar söz konusu oldu. Sürekli olarak iktidarda olmalarına rağmen yine de bu Cumhuriyet’i, bu demokrasiyi eleştirdiler. Sürekli eleştirdiler. İktidarda oldukları halde eleştirdiler. Bir şeyleri değiştirmeye kalktılar, Cumhuriyet’i değiştirmeye kalktılar, kültürünü değiştirmeye kalktılar ama değiştiremediler. Yerine koyabilecekleri bir kültür yoktu. Yani çatalı sol elde tutuyorsun da sağ ele alıyorsun da bunlarla değişmiyor. Ya da ‘TC’ yazısını değiştirmekle değişmiyor. Çünkü Atatürk ve silah arkadaşları ve CHP, sağlam bir Cumhuriyet, sağlam bir devlet kurdu. O sağlam devleti yerli yerine, batı ile doğu arasında, doğu uygarlığı ve batı uygarlığı arasında, yaşam tarzları arasında çağdaşlığa yönelik olarak kurdu. Sağlam temeller attı. Onu değiştiremediler, bunu da itiraf ettiler. Erdoğan, bir gün söyledi bunu da ‘Birçok şey yaptık ama, iktidar olduk ama kültürü değiştiremedik’ dedi. Değiştiremezler tabii, çünkü temelleri Atatürk tarafından sağlam atıldı bu Cumhuriyet’in ve bizim gibi, CHP gibi bir parti var. TSK dahil hepsi şu anda değiştirilmiş vaziyette. TDK, Tarih Kurumu bile kadrolarıyla değiştirilmiş vaziyette. Devletin bütün kurumlarına girilmiş vaziyette, ancak sadece CHP var. Onlara karşı mücadele eden, onlara karşı mücadeleyi organize eden bir tek biz kaldık. Sizler kaldınız. Bizler, o mücadeleyi, çağdaş uygarlık mücadelesini yapıyoruz, bayraktarlığınızı yapıyoruz.

“EMPERYALİZM İKTİDARI”

Bugün Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Altılı Masa diye tabir edilen, çok yaygınlaştı ama yanlış bir isimlendirmedir; Altılı Masa değil Millet İttifakı’dır, milletin ittifakıdır, çağdaş ittifaktır. Bu ittifakın çok büyük, çok önemli bir değeri var. Bizim tarafımızdan yönetiliyor, yönlendiriliyor, organize ediliyor. Çünkü bu 80 yıldan sonra 20-21 yıldır iktidar olan bu zihniyet, maalesef birilerinin de yönlendirmesine tabidir. Recep Tayyip Erdoğan geldiği zaman sık sık söylediği, şu anda unutulan bir cümle var. Nedir o? ‘Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eş başkanıyım’ diyor. BOP nedir? İslam coğrafyasının, Ortadoğu coğrafyasının bölünmesi projesidir. Buradaki ülkelerin bölünmesi, 22 ayrı devlet üretilmesi projesidir. Bunun birçoğunu yaptılar biliyorsunuz. Yeni devletler, kendilerine bağlı devletler oluşturdular. Kuzey Afrika’dan, Libya’dan, Tunus’tan tutun da Irak’a kadar; Yemen, Suriye birçok coğrafyada bunu başardılar zaten ve hâlâ da buna devam ediyorlar. Bizim de Erdoğan’la birlikte Suriye’ye müdahalemizin en önemli sebeplerinden biri odur. Türkiye’de de önemli ölçüde Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleşmesi çalışması yapılmıştır, farkında olarak veya olmayarak. Ben, Erdoğan’a herhangi bir şey söylemem, ‘ihanet içindedir’ demem ama Türkiye’nin alt kimliklerini ortaya çıkarıp da etnik ve mezhebi kimlikleri ön plana çıkarmaya çalışması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını, Türklüğü yok etmeye çalışması, unutulacak gibi değildir, unutmamamız gerekir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çökertilmesi, yargının çökertilmesi, devlet kurumlarının çökertilmesi; bunlar kimin eliyle yapılmıştır? Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı eliyle yapılmıştır, değil mi? Başka bir izahı yok bütün bunların. Kültürümüzün yok edilmeye çalışılması onlar eliyle yapılmıştır. Başarılı olunmamıştır, çünkü Cumhuriyet’in temelleri sağlam atılmıştır Büyük Atatürk tarafından. O nedenle başarılı olamıyor. CHP’liler olduğu için, Atatürk ilke ve inkılaplarını, çağdaş uygarlığı, çağdaş uygarlık yolunda ilerlediğimizi gören aklı başında insanlar olduğu için, sizler olduğunuz için yıkamıyor, diğer ülkelerde olduğu gibi. Bu iktidarın, emperyalizmin iktidarı olduğunu ve diğer ülkelerde başardığını burada da başarmaya çalıştığını 20-21 yıldan beri, unutmamamız lazım. Buna karşı direnen de sizlersiniz. Sizin gücünüzdür, bizim gücümüzdür birlikte. Bunu hiç unutmamamız lazım, hiç küçümsemememiz lazım. Gelinen noktada başarılı da olduk, çok başarılı olduk. Bu seçimlerle beraber inşallah bu iktidarı göndereceğiz. Karl Popper’ın ‘Demokrasi, seçimle gelen iktidarın seçimle gitmesidir’ sözünü yerine getireceğiz. Bu soğuk kış gününde buralara gelip, bu saatlerde her etkinliğine, partinin her etkinliğine koşturan sizler, bunu başarıyorsunuz. Alınlarından öpülecek insanlarsınız.

Genel Başkan’a bir gün dedik ki ‘Düşünen, aklı başında olan herkes size oy verecek, CHP’ye oy veriyor’. Dedi ki ‘Sadece düşünenlerin oy vermesi yetmez’ dedi, ‘diğerlerinin de oy vermesi lazım’.

“MİLLET OLDUK”

Afrika’yla ilgili kitapları, romanları çok sonra okudum. Afrika, tarihe bakarsanız hiç ortak bir kültürü yok, kabilelerden oluşan bir kıta. Millet olamamış, o kabile kültürü devam etmiş. Farklı diller söz konusu, bir araya gelememişler, millet özelliği hiç taşıyamamışlar. Onun için hiç devlet de olamamışlar. Yani Afrika’daki ülkelere ‘muz cumhuriyeti’ denmesinin sebebi, bir toplum oluşturamamaları, millet olamamaları, ortak bir tarihleri olmaması. Beraber yaptıkları bir savaş yok. Geçmişten gelen ortak bir kültür yok. Bizim, farklı olarak böyle bir tarihimiz var, kültürümüz var. Ortak birçok özelliğimiz var. Afrika’ya nazaran bizim bu ortak özelliğimiz tabii ki çok çok önemli. Ama biz de özellikle Osmanlı döneminde tebaa olarak yaşadığımız için, vatandaş olmadığımız için o dönemde, özellikle Osmanlı döneminde Anadolu insanına yöneticilik yaptırılmadığı için, Osmanlı’da biliyorsunuz devşirmeler Enderun’da devşiriliyor, onlar yöneticilik yapıyor. Özellikle Fatih’in İstanbul’u aldığı sıradaki sadrazamından itibaren, ondan sonra Anadolu’dan, Türklerden yönetici yapılmıyor, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar. İlk defa Cumhuriyet’le beraber millet oluyoruz, ulus oluyoruz. Bir ulus devlet oluşturuyoruz. Cumhuriyet’i kuruyoruz. Demokrasiye de Atatürk döneminde birkaç kere geçmeye çalışıyoruz, çok partili demokrasiye. Bu, çok önemli bir özellik, diğer ülkelerden çok çok farklı. Bu farklılık da inanın, bizim ulus olarak belki birbirimizden farklarımız var ama bu İtalya’da daha fazla var, İngiltere de daha fazla var; Almanya’da, Fransa’da daha fazla var. Çok daha fazla farklılık özellikleri gösteriyorlar bize nazaran. Biz aslında çok daha homojeniz.

BOP PROJESİ

Bu dönemde bu özelliğimizin çok daha fazla ön plana çıkması lazım. Birliğimizi, beraberliğimizi göstermemiz lazım. Çünkü bizi, o BOP projesi içerisinde diğer ülkeler gibi bölmek, bitirmek istiyorlar. Onun için alt kimlikler ön plana çıkarılmak isteniyor. Sen kimsin? Sen Sünni’sin, sen Alevi’sin, sen Türk’sün, sen Kürt’sün, sen bilmem nesin… Bu özellikler ön plana çıkarılarak, Türk kimliğinin altındaki bu alt kimlikler ön plana çıkarılarak ülke bölünüyor. Diğer o İslam coğrafyası, Ortadoğu coğrafyası böyle yapılarak bölündü. Türkiye’de de bu yapılmaya çalışıldı. Onun için bizim, bu özelliğimizi, bu ulus olma, millet olma özelliğimizi çok daha fazla ön plana çıkarmamız bu dönemde gerekiyor. Bu özelliği yok edebilmek için de şuna başvurdular; ‘Türkiye madem bu kadar sıkıntılı, o zaman rejimi de değiştirelim’ dediler. Bu 2017 referandumunda 2018 Anayasası geldiği zaman Amerikan Büyükelçisi’nin bir sözü var; ‘Biz, başkanlık sistemini destekliyoruz’ dedi. Bir büyükelçinin böyle bir olaya müdahale etmesi doğru değil ama böyle bir açıklamada bulundular maalesef. Halen de başkanlık sistemi devam, etsin istiyorlar. Çünkü bir parlamenter sistemdeki güçler ayrılığı ilkesine göre örgütlenmiş bir devleti esir almak; tek bir kişiyi, çünkü bu sistemde tek bir, yürütme erkinde kişi var, o da cumhurbaşkanı. Yürütme erkinin tek seçilmiş kişiden oluştuğu başka hiçbir rejim yok, biliyor musunuz?

Bakanlar, yürütme erkinin üyesi; atanmışlar, seçilmiş değiller. Cumhurbaşkanı yardımcısı, atanmış, seçilmiş değil. Bakan yardımcıları, bakanla aynı statüde. 2017’deki Anayasa’mızdan önceki Anayasa’mızda şöyle deniyordu; ‘Bakanlar, bakanlıklarının iş ve işlemlerinden sorumludurlar’. Yani ‘Bakanlığın politikasının belirlenmesinden ve yaptıkları işlerden sorumludur’ diyordu. Çünkü seçilmiş adam bakan dediğiniz. Seçilmişti, iş ve işlemlerinden de sorumluydu Anayasa’ya göre. Şimdi değil. Sadece cumhurbaşkanına sorumlu bakanlar, Meclis’e karşı değil. Seçilmiş de değiller. Belki siyasetçiler ama siyasi iradeleri de yok, bu yeni sistemde. Bugün de en son görüştüğümüz kanun ya da önümüzdeki hafta EYT’yi görüşeceğiz, bu kanun nereden geliyor? Yürütme erkinden geliyor. Yürütme erki bir kanun hazırlıyor, bürokratlar bir kanun hazırlıyor, gönderiyorlar Meclis’e. Bugün yazıyor zaten çok açık bir şekilde, ‘İmzaya açıldı’ deniyor, kanun teklifi imzaya açılıyor, oradan iktidara mensup milletvekilleri imzalıyor neye imza attıklarının farkında olmadan. Eski sistemde bir tasarı vardı, bir teklif vardı. Milletvekili tarafından verilirse teklif, hükümetten gelirse tasarıdır. Bir ülkedeki kanun ihtiyacını, zaman içerisinde teknolojideki gelişmeler, zamanla ortaya çıkan gelişmeler karşısında kanun ihtiyacı her alanda olur, bu ihtiyacı en iyi saptayacak olan kimdir? Uygulamayı yapandır. Uygulamayı yapandan kanun ihtiyacının bildirilmesi, bir kanun tasarısı gelmesi, ancak o kanunu yapması gereken yerde parlamentonun olması, yasama erkinin olması en normalidir. Bütün dünyada böyle bir düzen vardır. Türkiye’de ne oldu? Getirdikleri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle ‘Güçler ayrılığı var’ dediler. Bakanlar sadece bütçe için gelebiliyor. Bütçe dışında Meclis’e gelemiyorlar. Kanun görüşmelerine katılamıyorlar. Bu güçler ayrılığıymış. Ama tümüyle yasama organını, yani Meclis’i elinde bulunduran, istediği kanunu çıkarttıran yürütme erki, yani cumhurbaşkanı, yani tek seçilmiş kişi ve bakanlar da ona karşı sorumlu, Meclis’e karşı sorumlu değil. Güven oylaması yok. Zaten öyle rakamlar var ki cumhurbaşkanını düşürebilmek için 400’ün üzerinde oy gerekiyor. Mümkün değil, bunun yanlış yaptığını, suçlu olduğunu söyleyebilmek. Yani yürütme erkine karşı da hiçbir şey yapamıyorsunuz.

ALTILI MASA

Neden kuruldu bu sistem? Bu BOP sistemi içerisinde o tek adamı, tek seçilmişi, tek yürütme erki temsilcisini kolundan büktüğünüz zaman bütün ülkeyi bükmüş oluyorsunuz. İstediğiniz gibi kontrol edebiliyorsunuz o zaman, onun için böyle bir sistem getirdiler. Bunu getirirken de şuna bakıldı; Türkiye, yüzde 70’i belli bir gruptur, yüzde 30’u da belli bir gruptur. Her zaman bu yüzde 70, ikinci tura bile kalsa bir araya gelir, belli bir kesimden birisini seçer diye düşündüler. İşte orada Sayın Genel Başkan’ımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun aklı devreye girdi, hiç beklemedikleri bir şey yaptı; Türkiye’deki Atatürkçü partinin, sosyal demokrat partinin başkanı olarak Altılı Masa’yı oluşturdu. Aslında Altılı Masa’nın birçok sempatizanı da var. Öyle 7’li falan değil; 8’li, 9’lu, 10’lu, çok fazla sempatizanı var. Girebilecek, destekleyecek çok parti de var.

“KILIÇDAROĞLU NE YAPTI”

Sayın Kılıçdaroğlu, bunu oluşturarak o 70’e 30’luk yapıyı değiştirdi. Şimdi sistem; 50 artı 1 olmadan iktidar olamıyorsunuz. Meclis’te de iktidar falan söz konusu değil. Bizler, milletvekili olarak asla iktidar gücünü kullanamıyoruz. Çünkü artık partiler iktidar olmuyor, sadece bir kişi iktidar oluyor. Parti iktidarı bitti artık yeni sistemde. Yeni sistemde mesela 350 milletvekili çıkarsak da parti olarak, cumhurbaşkanı öbür taraftansa hiçbir anlamı yok. İktidar orası, iktidar gücü orada, devleti yönetmek o tarafta ancak mümkün. Meclis, sadece kendisine gelen kanunları yapmak zorunda kalıyor. Devlet gücü en önemli güç, tabii ki büyük sıkıntılar çıkarır. Ancak burada Sayın Kılıçdaroğlu devreye girdi, Cumhuriyet tarihinde olmamış, birçok ülkede de olmamış bir şeyi başardı. Bakın bizim haricimizdeki diğer partilere; İYİ Parti, milliyetçi kökten gelen bir parti. Demokrat Parti, merkez sağ partisiydi. Saadet Partisi, Milli Görüş’ün partisiydi. Gelecek Partisi ve DEVA Partisi, AKP’den kopan partilerdir. Birisi başbakanıydı, bir tanesi de başbakan yardımcısıydı, Dışişleri Bakanı’ydı orada. Davutoğlu da Dışişleri Bakanlığı yaptı orada. Bunları bir araya getirebildi ve oyun planlarını bozdu. Bugün sıkıntıya girmelerinin, ellerinin ayaklarının titremesinin sebebi de budur. Onun için Kılıçdaroğlu olsun istemiyorlar cumhurbaşkanı. Onun için bu sistemi değiştirmek istiyorlar. Onun için aramıza nifak sokmak istiyorlar. Hiç şüpheniz olmasın, aramıza nifak sokmak için de para gücünü kullanıyorlar, tehdit ediyorlar, şantaj yapıyorlar. Eğer aramızdan birilerinin eli ayağı titremişse, yanlış bir şeyler söylüyorsa bilin ki bunlardan dolayıdır. Yoksa görüşleri falan değişmiş değildir.

İKTİDAR İÇİN SEÇİMİN ÖNEMİ

Bu iktidarın 21’inci yılında bu seçimler çok çok önemli hale geldi. Türkiye’nin devam edebilmesi için bu şart. Demin anlattım ya bu iktidar olan zihniyet, Kurtuluş mücadelesine de karşı çıkmıştır, Kuruluş mücadelesine de karşı çıkmıştır. Ancak bunu da iktidara gelmelerini de demokrasinin ve Cumhuriyet’imizin bir fazileti olarak aktardım. O da güzel, ancak eğer seçimle tekrar gitmeleri durumunda, İslam coğrafyasında, Ortadoğu coğrafyasında ilk defa seçimle gelen bir İslamcı parti seçimle gidebilecek ve Cumhuriyet, demokrasi yerli yerine oturacak. Bu, ilk olacak biliyor musunuz? İslam coğrafyasında başka bir örneği yok, Ortadoğu coğrafyasında başka bir örneği yok. O kadar önemli bir konu, onun için muhakkak bunu başarmak zorundayız. Geleceğimiz açısından önemli, ancak bütün Ortadoğu ve İslam coğrafyası için de önemli. Çünkü ancak biz örnek olabileceğiz. Ancak bu başarıldığında da ben Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türkiye’nin önünün açılacağını, Türkiye’nin bir lig üste çıkabileceğine de inanıyorum. Türkiye’yi kimse durduramaz. Türkiye, çok büyük bir potansiyel. Türkiye çok kötü yönetildiği halde iş adamları, yatırımcı, oraya buraya gidiyor, dışarıda yatırım yapıyor, para getiriyor, para buluyor, Türkiye’nin önünü açıyor. Burada devletin katkısı yok, inanın yok. Kötü, bu kadar kötü yönetime rağmen bu yapılabiliyor. Parası olan yurt dışına götürüyor. İddia ediyorum; en az, Türkiye vatandaşlarına ait yurt dışında 200 milyar dolar var. 100 milyar doları gelsin, Türkiye’yi uçururuz. Ancak dün birisiyle konuşurken dedi ki ‘En az 500 milyar dolar var, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ait yurt dışında’ dedi. Çok büyük bir meblağ, biliyor musunuz? Çünkü para geliyor; ihaleler şunlar, bunlar vesaire birileri kazanıyor yolsuzlukla, hırsızlıkla. Ondan sonra korkuyor. Bu dönemde para kazananlar, yine yurt dışına götürüyorlar. Kimden korkuyorlar? Bu iktidardan korkularından götürüyorlar, el koyar diye. Bu iktidar döneminde kazanmış ama bu iktidar döneminde yurt dışına götürüyor korkusundan.

Adaletin olmadığı, demokrasinin olmadığı, yargının bağımsız olmadığı bir ülkede para durmaz, sermaye durmaz. Para yoksa, sermaye yoksa yatırım da olmaz. Öyle bir ülkede istihdam sağlanamazsa işsizlik olur, büyük sıkıntılar olur. İşte Türkiye bunu yaşıyor şu anda. Resmi rakamlara göre 4 milyona yakın işsizimiz var. En az 200 milyar dolar yurt dışında paramız var. Biz de burada, ‘20-30 milyar dolar geldi-gelmedi, Araplar verdi-vermedi’ bunlarla uğraşıyoruz. Ortadoğu ülkeleri; BAE, Suudiler verecek de gelecek. Bu dönemde devletler arası borçlanma yoktur. Devletler, sermaye piyasalarından borç alırlar. Giderler, piyasadan borçlanırlar. Ancak bu dönemde bize devletler borç veriyor, para gönderiyor. Neden? Türkiye’yi istedikleri gibi bükebilmek için bunu yapıyorlar. Karşılıksız gönderir mi kimse kimseye para? Biz, ilk defa Osmanlı döneminde, 1854 yılında borç almışız. O zaman padişah 2. Abdülmecit. Önce demiş ki ‘Ben almam, tarihe ilk borcu alan padişah olarak geçmek istemiyorum’ demiş 2. Abdülmecit, ama bir süre sonra almak zorunda kalmış, zorlamışlar. 1854 yılında ilk borcu almışız İngiltere’den, ülke Düyun-u Umumiye’yi kurmak zorunda kaldı 1879 yılında, aşağı yukarı 24-25 sene sonra iflas etti. Borçlarını ödeyemeyecek duruma düştü Osmanlı; İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar falan var, 9 ülke Düyun-u Umumiye’yi kurdu. Türkiye’nin gelirlerine el koydular. Yani iflas etti 25 yılda. Bu zihniyetle benzer bir akıbeti yaşarız. Osmanlı’nın borçlarını biz, 1954’te bitirdik. Tam 100 yıl sonra. 1854’te aldığımız borçları, 1954’te, Osmanlı borçlarını bitirdi bu Cumhuriyet. 100 yıl sonra da bu Cumhuriyet’i tekrar kuracağız inşallah. Bizlerin, hepimizin çok büyük bir sorumluluğu var. Bu Cumhuriyeti ayakta tutabilmek için, çocuklarımıza güzel bir miras bırakabilmek için, çağdaş uygarlıktan geri kalmayan bir toplum ve devlet oluşturabilmek için hepimizin sorumluluğuna, çabasına, gayretine ihtiyacımız var. Gerçekten sizin gibi vatandaşlar olduğu sürece, CHP’liler olduğu sürece, meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarının yetkilileri olduğu sürece, aklı başında insanlar olduğu sürece bu Cumhuriyet’i kimse yıkamayacaktır.”

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
“Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istemiyorlar çünkü…”

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir