İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, FOX TV’de İlker Karagöz’ün sunduğu “Çalar Saat” programının canlı yayın konuğu oldu.
İmamoğlu, Karagöz’ün Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremle sarsılan bölgedeki izlenimleri, yaşananlar, tartışmalar ve olası İstanbul depremiyle ilgili sorularını yanıtladı. İmamoğlu şunları söyledi:
“KADER OLMAYAN BİR ŞEY VAR: BİNALARIN YIKILMASI, İNSANLARIN ÖLMESİ”
*Depremin doğal afet olduğunu hepimiz biliyoruz. Yani deprem bir kader. Doğanın bir kuralı. Sadece Türkiye’ye has bir durum da değil. Dünyanın birçok coğrafyasında, insan tarihi boyunca var olan ve bundan sonra da var olacak bir gerçek.
*Ama kader olmayan bir şey var: O da binaların yıkılması, insanların ölmesi… Bu kader değil. Yani buraya bu yaklaşımla bakamayız. Ve bu bizim inancımıza da aykırı. Tedbirin, insan tarafından alınmak zorunda olduğu nettir. . .
*Dolayısıyla bazen her şeyi oluruna bırakıp ‘Kaderimiz’ deyip, sadece kader üzerinden yorum yapan insanların bu toplumu, insanlığı çaresizliğe, umutsuzluğa sevk etmelerini şiddetle kınıyorum.*Kaldı ki, inancımızı da öyle bir kısır söyleme hapsetmeye çalışanları da kınıyorum. Akıl ve bilim, bizim inancımızın bize gösterdiği ilk yolculuktur.*Çok hassas bir konudur. ‘Oku’ diyerek insanları eğitime, bilime, akla yönlendiren bir bakış açısını unutarak yorum yapanların, milletimize verdiği ve verebileceği zararın haddi hesabı yoktur. Dolayısıyla bu kader değildir.
*Burada, deprem bölgesinde yaşadığını bilen yöneticileriz bizler. Ya da İstanbul’da ya da Türkiye’nin diğer yerlerinde fay hatlarının nereden geçtiğini, tarih boyunca hangi periyotlarda nasıl şiddetli depremler olduğu, bilim insanları tarafından mütemadiyen önümüze koyulan bir gerçek.
“YIKIMIN SEBEBİ BİZLERİZ”
*Dolayısıyla burada, bu yıkımın sebebi bizleriz. ‘Bizleriz’ derken, bunun içinde yöneticiler var. Bunun içinde teknik insanlar var. Bunun içerisinde o sektörü ilgilendiren, inşaat sektöründen tutun da birçok paydaşı, birçok aşaması var. İmalatını yapan insanlar var; eğitimli mi, değil mi? Bu sürece nasıl baktığımız önemli.
GÖLCÜK VE DÜZCE DEPREMLERİNİ HATIRLATTI
*İstanbul’un 17 Ağustos 1999’da, depremi yaşadığı tarihten sonra, bütün Türkiye’de daha derin hissedilmeye ve yaşatılmaya ve yaşanmaya başlamıştır.
*Ağustosta yaşadığımız Gölcük depremi, hemen ardından birkaç ay sonra yaşadığımız ve İstanbul’da hissedilen Düzce depremi. Her iki deprem, İstanbul’daki milyonlarca insanımız tarafından yaşandığında ve bütün Türkiye’de daha fazla gündem olduğu andan itibaren daha derin hissedilmişti.
*O zaman hepimiz bunu yaşadık, hissettik ve o an itibariyle deprem yönetmeliğini konuşmaya başladık, fay hattını konuşmaya başladık, zemini konuşmaya başladık, binaların yapım kalitelerini konuşmaya başladık.
“KENDİMİZE TABUT YAPTIK”
*Ve bütün gündem, ‘Buna dönük nasıl çareler, nasıl kurallar konulmalı’yla oluşturuldu denetim mekanizmasından tutun bina yönetmeliklerinin devreye alınmasına varıncaya kadar.*Ne yazık ki biz, kendimize bina yapmadık, ev yapmadık, iş yeri yapmadık; kendimize tabut yaptık. Bakın bu kadar net. Bu söylemden vazgeçmeyeceğim. Çünkü görüntüler, çok üzüntü verici.
“‘SORUMLULAR BİZLERİZ’ DİYORUM; DEMEK ZORUNDAYIZ”
*Bakın her cümlemde ‘siz’, ‘biz’ kelimesi kurmuyorum. Her cümlede ‘sen’, ‘ben’ diye bir tarif de yapmıyorum. Kendimi dışında tutarak da konuşmuyorum. ‘Sorumlular bizleriz’ diyorum. Demek zorundayız. İşin özgül ağırlığı, hesaplaşma, sorgulama…*Buradan sürece dair katkı sunmak otururuz. Bir masada her şeyi konuşabiliriz. Yani ‘İktidar, hükümet, her şey mükemmel, harika, çok iyi’ filan…
Bazen oturduk kamu görevlileriyle de sohbet etme imkanı gördük.. Sıkıntılarımız var. Ama yani şu da değil: ‘Her konuda berbat, çok kötü, yaktık, yıktık vesaire’ değil yani. Bakın, çözüm üreten ve yarınlara umut ortaya koyabilen, bakış açısı şudur: Öz eleştiri. Her reel ortamda şunu söyledim: Evet, hazırlıklarımız var, fotoğrafı çekmişiz.*Zaten çalışıyoruz İstanbul’da. Yaklaşık 4 seneye yaklaşıyoruz. Yani 4 ay sonra dört senemiz bitecek.*Elbette yaptıklarımız var. Halihazırda yaptıklarımız var. Daha iki ay önce İBB Meclisi’e sunduğumuz, depremle ilgili acil kira yardımı önergemiz var. Biz, bu bölgede deprem olacağını bilmiyorduk. Ama bunlara çalışıyoruz. Her an, her ay yaptığımız işlerimiz var.
“BÖYLE BİR ŞEY KABUL EDİLEMEZ”
*Burası bir deprem ülkesi. ‘Sallanabilirsiniz. Ama sakın binadan kaçmayı denemeyin, tedbirli bir şekilde, kendinizi koruyucu usullere uyun, ama binayı terk etmeyin.*Çünkü binalarımız sağlam.’ Şimdi bu duruma gelmek var. Bir de sadece işte, ‘Asrın felaketi. Dünyanın her yerinde oluyor’ ve insanlarımız ölüyor. Böyle bir şey kabul edilemez artık.*Biz, 21’nci yüzyıldayız. 13 milyonun üzerinde, mültecilerle beraber belki on beş milyona yakın insanın etkilendiği bu coğrafyada can kayıplarımızı, mal kayıplarımızı, tarihsel-manevi kayıplarımızı bu cümlelerle söylediğiniz zaman, bu yönetici sorumluluğa girmez.
“NE DEMEK EL SIKMAMAK, SELAM VERMEMEK?”
*Biz yöneticilerin sorumluluk duygusu, başka bir boyutta olmalı. Biz konuşurken, asla vazgeçmeyeceğimiz prensipleri, asla vazgeçmeyeceğimiz boyutlarıyla ortaya koyacağımız kuralları tek tek sıralamalı ve bunların savunucuları olmalıyız.*Ve bu konuda buluşamayacağımız, el sıkışamayacağımız, sarılamayacağımız, oturup anlaşamayacağımız, altına birlikte imza atamayacağımız hiçbir yönetici olmaz. Bu işin tarafı yok. Bu işin hükümeti, muhalefeti yok. Bu işin belediyesi veya AFAD’ı yok. Ya da bu işin bürokratı, seçilmişi yok. Hepimiz aynı masadayız.
Ne demek el sıkmamak? Ne demek selam vermemek? Dünya örneklerine baktığımızda öyle biz ‘asrın felaketi’ diyemeyiz. Ama şunu diyebiliriz: ‘Asrın ihmali var mı bu işte’ diye oturup hesap vermeliyiz hep beraber. Oturup konuşmalıyız; ‘asrın ihmallerini’ yapmış mıyız?” “BIRAKIN BU BETON KAFALILIĞI”*Bugün gördüğümüz yıkımlarda, neredeyse şehirlerin yüzde 60’ı gitmiş. Bazı şehirlerde yüzde 70-80’i kullanılamaz halde yıkılmış ya da yıkılmak zorunda.*E peki ne yaptık biz buraları yönetirken? Kim yönetti? Hükümet kimlerdi? Belediyeler kim? Bizler nasıl imaller yaptık? Böyle bakmayacak mıyız sürece? Böyle bakmayacağız.
*Efendim akşamdan sabaha, ‘Biz, 1 yılda bina yapacağız. Yani gene nereye döneceğiz? ‘Kaç metrekare alacaksın? Nasıl bina yapacağız? Nerede yapacağız? Kaç kat olacak vesaire. Bırakın bu beton kafalılığı. Bu beton anlayışı. Beton yapmak! Öyle bir şey değil.*Bahsettiğimiz şey, sosyolojik bir ihtiyacı karşılayan, 100 boyunca -büyük bir kırılma anından bahsediyorum- şehircilik, yaşam, insan bir arada olma, dayanıklı kentler, insanlara umut veren bir süreç tarifi…*Yani siz, binlerce yıllık Hatay’ı, orada yaşayan ve ‘Ben binlerce yıldır burada yaşayan bir Hataylıyım. Bana bina ver’ mi diyor Hataylı; demiyor. Adıyaman mı öyle mi diyor?
*Hayır demiyor. Kahramanmaraşlı öyle mi diyor? Hayır demiyor. ‘Bana’ diyor dayanıklı bir şehir ver. ‘Geçmişle, maneviyatıyla bağ kuran, geleceğe umutla bakan bir Hatay sun bana.*Öyle bir Hatay olsun ki, dünya bu Hatay’ı konuşsun. ‘Bir yılda bütün binaları yapar veririm!’ Bunu bir kimse beklemiyor sizden şu anda. Hala aynı noktada duruyoruz. Hala böyle bir noktada duramayız. ‘Yerel halkla konuşacağız’ diyelim.*‘Bütün paydaşlarla oturup, bir arada çalışacağız’ diyelim. Bakın o koltukta bugün siz varsınız. Belki birkaç ay sonra yoksunuz.*Dolayısıyla oturalım, hep birlikte biz konuşmayı başaralım. ‘Arkadaşlarımla ne zaman konuşacağım, oynayacağım’ diyen çocuklarla biz başka bir hayali, başka bir geleceği konuşalım.
DİKKATİ İSTANBUL’A GEÇTİ
*İstanbul’da imar barışı uygulamalarında yapı kayıt belgesi verilen 317 bin yapı var. Devlet bunu yapmamalıydı. Yani milletin bir belge alma adına parasını alıyorsunuz ama bina sakat. Bina yanlış yerde. Bina başına çökecek. Böyle bir anlayışla İstanbul’da hareket edilemez.*İstanbul odaklı bu ayın sonu gelmeden büyük bir çağrımızı, toplantımızı yaparak kurumlardan beklentimizi, iş birliği odaklı çağrımızı ve aynı zamanda vatandaşlarımıza olan sorumlulukla ilgili aktarmalarımızı ve hatırlatmalarımızı yapacağız.