Disney Plus’ın yayınlamama kararı almasıyla yeniden gündeme gelen Atatürk filmi tartışmaları tüm hararetiyle devam ediyor.
Atatürk’ün hayatını konu alan belgeseller var, ancak Hollywood yapımı büyük bütçeli bir Atatürk filmi bugüne kadar çekilmedi.
Peki, ne zaman başladı bu süreç…
Yönetmen Metin Erksan’a göre Atatürk filmi hikayesinin başlangıcı, 1951’de Hollywood aktörü Douglas Fairbanks Jr.’ın Türkiye’de devlet töreniyle karşılanıp Atatürk rolü için hazır olduğunu söylemesiyle başlar. Ama Fairbanks Jr. ABD’ye döndüğünde senaryoda pürüzler çıkar ve bu gerçekleşemeyen ilk Atatürk filmi girişimi olarak tarihe not düşülür.
Yıllar sonra oğlu Tarquin Olivier da bir Atatürk filmi için Türkiye’ye başvuruda bulunur, görüşmeler yapar, ancak olumlu bir yanıt alamaz.
1962’de Adil Özkaptan aracılığıyla United Artists ve Paramount şirketlerinin bir Atatürk filmi yapacağı haberleri basında yer bulur. Filmde yapımcı olarak Herold Hecht ismi yazılırken Atatürk’ü Yul Brynner’ın oynayacağına dair haberler çıkar. Yul Brynner ve Harold Hecht Türkiye’ye gelir ve devlet yetkilileriyle görüşmeler yapar, netice olumsuzdur.
1967 yılında Yul Brynner eşi Doris Brynner, Mel Ferrer ve yönetmen Terrence Young yeniden Türkiye’ye geldiği gazetelerde haber olmuştur. Ancak bu proje de yarım kalır. Zira senaryo, devlet yetkililerince yetersiz bulunur. Gerekçe şudur: “Tarihlere sığmayacak bir varlık, filmlere sığdırılamaz.”
Sinema tarihçisi Burçak Evren, Yul Brynner’ın Atatürk rolü ile ilgili macerasını, bir makalede şöyle anlatır: “Atatürk filminde oynamaya kararlıydı. İşi en kestirme yoldan almak istiyordu. İstanbul’da Sultanahmet Camii’ne giderek huşu içinde dakikalarca Kuran-ı Kerim dinledi. Kendisini izleyen gazetecilere, ’Üzerimde büyük bir tesir bıraktı’ dedi. Etkilenmişti ama onun asıl istediği etkilemekti. Daha sonra Dolmabahçe Sarayı’nda yemeğe davet edildi. Ata’nın gözlerini yumduğu odaya girdiğinde şapkasını çıkardı, dizlerinin üzerine çöktü ve “Atatürk’ün hatırası önünde saygıyla eğiliyorum” dedi. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile 35 dakika görüştü.”
Gazeteciler, Yul Brynner’ın açtığı yoldan memnundur, İstanbul’a yolu düşen tüm Hollywood yıldızlarına “Atatürk’ü oynamak ister misiniz” sorusu sorulur. Bu isimler arasında Charlton Heston ve Kirk Douglas da vardır ama olumsuz girişimler sonrası konu kamuoyunda ilgi görmez.
1987’de Cumhurbaşkanı Kenan Evren filmin çekilmesi talimatını verir. Senaryoda Atatürk’ün askeri hayatının yanı sıra özel hayatı da işlenecek ama aşırıya kaçılmayacaktır.
Çalışmalar sonrası seçilen 10 senaryo Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne ulaştırılır. İçlerinden Halit Refiğ’in “Gazi ve Latife”si ile Refik Erduran’ın “Metamorfoz”u beğenilir. Fakat Refiğ’in senaryosu Atatürk’ün evliliği etrafında geçtiği ve askerliğini arka plana attığı için “gericilerin işine yarayacak, yurtdışında rezil olacağız” eleştirileriyle rafa kaldırılır; Metamorfoz’u Feyzi Tuna çeker.
Aynı yıllarda, Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Semih Tezcan da bir Atatürk filmi çekmek ister. 24 yıl çabalar. Filmi çekemez ancak 2005’te “Atatürk Filmi Teşebbüsü Nasıl Baltalandı?” isimli bir kitap yayınlar. Kitabı da filmin yapılamamasından sorumlu tuttuğu iki kişiye ithaf eder: Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Mesut Yılmaz ve dönemin Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel. Şöyle anlatır Semih Tezcan
“Üç saat olarak tasarladığım filmin bütçesine kadar her şeyi hazırdı. Hatta o zaman Kenan Evren filmin bütçesine katkı olsun diye sigaraya zam bile yapabilirdi. Ama top oradan oraya atıldığı için proje hayata geçmedi. O zamanki Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel, “Bu işe evlet niye para ayırsın ki? Yabancı yapımcıları çağırırız, koşarak gelirler. Hata bize de para kalır” dedi. Bu filmi engelleyenler Yüce Divan’da yargılanmalıydı. Zamanın cumhurbaşkanı yazılı talimat vermesine rağmen, kurdukları komisyona beni çağırmama insiyatiflerini kullandılar. Zaman içinde de böyle bir filmin varlığını unutturdular. Türk milletinin yıllarını çaldılar.”
Atatürk’ü canlandırma hayali gerçekleşmeyen Laurence Olivier’in oğlu Tarquin, Türk eşinin de yardımıyla 10 yıl sürecek bir serüvene adımını atar. Onun ideal Atatürk’ü, Zorro rolüyle üne kavuşan İspanyol oyuncu Antonio Banderas’tır. Sarışın mavi gözlü birini, kara kaşlı kara gözlü birine oynatmaya kalkması tartışma yaratır.
Film bu defa 28 Şubat sürecine takılır ve de ABD’deki Ermeni lobisinin Banderas’a, “Oynarsan senin için iyi olmaz” tehdidiyle rafa kalkar. Birkaç yıl sonra Banderas, kendisine sorulan “Niye Atatürk’ü oynamadınız” sorusuna “Atatürk rolü için teklif almadım ama dünyada onu canlandırmak istemeyecek bir oyuncu bulunduğunu sanmıyorum. Ancak Atatürk gibi büyük insanları canlandırmak risklidir. Ufacık bir hatada çok fazla tepki çekebilirim.”
Ömer Kavur’un kuzeni Fuad Kavur da bu filmi çekme girişiminde bulunan isimlerden bir diğeri… 2013 yılında senaryosunu yazdığını ve hatta TSK’dan yardım almak istediğini söyleyen Kavur’un filmi ise hala planlama aşamasında…
FİKİR ÇOK, FİLM YOK
Atatürk hakkında yapılan yerli filmler mevcut, ancak büyük bütçeli bir Hollywood yapımı henüz hayata geçemedi.
Yapımı kimin üstlenmesi gerektiği konusunda ünlü yönetmenlerin de farklı fikirleri var.
Atilla Dorsay’a göre Türkiye bu konuda fazla hassas ve alından. Dorsay, devletin yabancı yapımcılara izin vermeyeceğini düşünüyor. (2007)
Halit Refiğ, Atatürk konusunda bir ‘fikir şizofrenisi’ yaşandığı kanısında. Her yönüyle bir Atatürk filmi yapmanın mümkün olmadığını söyleyen Refiğ, konunun kutsallığına vurgu yapıyor. (2007)
Metin Erksan, 1989 yılında yayınladığı ‘Atatürk Filmi’ kitabı, 3 Kasım 1988’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Ankara’da düzenlediği “Atatürk Filmi Paneli”ne ve kçşe yazılarını içeriyor.
Erksan panelde yaptığı konuşmada, bir Atatürk filmine gerek olmadığını ve yapılmaması gerektiğini ısrarla belirtiyor ve şunları söylüyor:
“Türk veya yabancı, her insanın düşüncesinde ve hayalinde ayrı bir Atatürk görüntüsü, ayrı bir Atatürk kavramı vardır. Bundan böyle Atatürk’ü somut bir biçime getirmek, tehlikeli ve olanaksız bir tartışma ortamını gündeme getirmek olacaktır. Atatürk Filmi ne kadar mükemmel, ne kadar yetkin, ne kadar kusursuz, ne kadar eksiksiz olursa olsun, milyonlarca Türk’ü ve yabancının kafasında, milyonlarca Atatürk görüntüsünü ve kavramını tekdüze bir doğrultuda yönlendirecektir.”
Erksan’ın fikrinin değiştiği, 21 Kasım 1988’de Milliyet’te yazdığı yazıda ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile Kültür ve Turizm Bakanı Tınaz Titiz’in paneldeki özgün ve bilinçli konuşmalarından çok etkilendiğini, aydınlandığını belirten Erksan, bu defa şunları söylüyor:
“Ölümünden elli yıl sonra Atatürk, bir kez daha devrimci ve çağdaş kişiliği ile Atatürk Filmi’nde yaşayıp, büyük Türk milletine önderlik etmelidir. Böyle bir atılım ve yeniden düşünme için Atatürk Filmi en uygun davranış ve araç olacaktır. Sinema sanatının büyük gücü, televizyonun olağanüstü etkinliği, Atatürk Filmi’nin amacını kesinlikle gerçekleştirecektir.” Erksan’ın yazısındaki en ilginç nokta ise yapılması gereken filmin Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na (AB) girme isteği yönünde sağlam bir adım olacağı kanaati:
“Avrupa topluluğuna girmek isteğinin, hatta tutkusunun temel bir devlet politikası haline geldiği bugünlerde Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, her konuda olduğu gibi bu konuda da Atatürk’e bir kez daha gereksinmesi vardır. Böyle bir işlevi de en başarılı ve en yetkin bir biçimde Atatürk Filmi yapar.”
Tüm bu tarihsel süreçte büyük senaryolu, Hollywood imzalı bir Atatürk filmi hala yapılabilmiş değil.
(Kaynaklar: Şermin Terzi, Rıza Oylum, Tunca Arslan, IMDB)