The Walt Disney Company’nin dijital yayın platformu Disney+, Haziran ayında büyük ses getiren bir lansman partisiyle Türkiye’de yayın hayatına başladı. Birçok yeni projeye imza atması beklenen platformun ilk özgün projesi Kaçış ise 6. bölümünü tamamlayarak finale doğru yaklaşıyor. Haftalık bölümler halinde yayımlanan Kaçış’ın öyküsü Engin Akyürek, senaryosu Ali Doğançay imzası taşıyor, yönetmenliğini ise Yağız Alp Akaydın üstleniyor. Başrollerini Engin Akyürek, İrem Helvacıoğlu, Aziz Çapkurt, Onur Bay, Leyla Tanlar, Aras Aydın ve Levent Ülgen paylaşıyorlar.
Yayımlandığı günden bu yana izleyiciyi keskin bıçakla ikiye bölen bir diziden bahsediyoruz. İzleyicinin bir kısmı Kaçış’ın sürükleyiciliğine kendini kaptırırken, azımsanamayacak kadar büyük bir kısmı da yapımı ilk proje için talihsiz bir başlangıç olarak niteliyor.
İlk sezonu 8 bölüm olan yapımın Haziran ayında yayımlanan ilk bölümü izleyiciden büyük eleştiri toplamıştı. Ben de diziye biraz daha şans verebilmek için ilerleyen bölümlerini izleyerek bir yazı yazmak istedim. Ancak üzülerek söylemeliyim ki Kaçış yayımlanmak üzere onay almış, hatta ilk proje olmaya değer görülmüş bir yapım adına oldukça şaşırtıcı, hatta bazı enstantaneler düşünülünce inanması güç bile denilebilir.
Peki Kaçış ne anlatıyor, neyi anlatmaya çabalıyor? Vaadini ne kadar yerine getirebiliyor?
BİRBİRİNEDEN KOPUK BİR KOLAJ
“Savaş muhabiri Mehmet bir grup gazeteci ile birlikte haber yapmak üzere Ezidi köyüne gidiyor. Sınır ötesine gizlice geçen ekip sonu kanlı biten bir baskın sonucunda radikal bir terör örgütünün eline düşüyor. Mehmet bu saldırıdan kurtuluyor ancak arkadaşları aynı şansa sahip olmuyor. Kaçış, Mehmet’in tutsak düşen arkadaşlarını kurtarma çabası üzerine yoğunlaşırken bir insanın nelerden vazgeçebileceğini, ne kadar ileri gidebileceğini onun dönüşümü üzerinden anlatıyor.”
Kaçış ile ilgili bu ve benzer metinlere rastlayabilirsiniz. Ancak dizinin hakkını objektif anlamda verebilmek için 6 bölümü izlemiş biri olarak bu metindeki amacın sadece bir arzudan öteye geçemediğini söyleyebilirim.
Öncelikle dizinin taşıdığı kopuk bir atmosfer var. Bunun hem senaryo, hem de yapımın kurgusuyla ilgili olduğunu söylemek doğru olur. Engin Akyürek’in 2017’de yazdığı hikayeyi “Soygun oyunu : Büyük Vurgun” filminin senaristi Ali Doğançay kaleme almış. Ancak hikaye oluşturma, yan hikayelerle destekleme, karakter yaratma ve diyalog geliştirme gibi senaryo yazımı ile ilgili en temel unsurlar eksik kalmış. Dolayısıyla da aslında güçlü olabilecek bir içerik acımadan harcanmış.
Dizinin daha ilk dakikalarından itibaren rakı masasında başlayan bir konuşmanın önce Londra’da bir bara, sonra Hattat’ta terör örgütü tarafından kafası kesilen bir kişiye, ardından da havalimanında sınır dışı yolculuğa çıkmaya hazırlanan bir grup gazeteciye bağlandığını görüyoruz. Sahneler arasındaki bağlantısızlık önce merak uyandırsa da bu tutum dizinin devamında da pek de bilinçli olmayan bir şekilde seyrediyor. Yani bunun bir başlangıç algoritması olduğunu düşünmek yerine, dizinin genelinde izleyiciyi aksiyona boğan ama o aksiyonun gerekçesini, dayanağını, önünü – sonunu anlatmayan bir hava seziyoruz. Seçilen konu itibariyle yapım, ideolojik bir zeminde yükselmesi gerekirken hem sadece aksiyon sahneleri üzerinden ilham alıyor, hem de neredeyse tek boyutlu şekilde işlenen karakterlerin kaçma – kurtulma dürtüsüyle motive oluyor. Kısaca birtakım – büyük – olaylar oluyor ve sözüm ona deneyimli bir savaş muhabiri olarak coğrafya ile ilgili hiçbir bilgisi olmayan, hatta eğreti duran bir ana karakter tüm belalardan güldürücü olabilecek bir biçimde kurtuluyor.
Aslında yapımın anlatmaya uğraştığı, Engin Akyürek’in deyimiyle “çok derdi olan” hikaye kıymetli. Bir savaş muhabiri olarak işsiz kaldıktan sonra ateş hattı bir coğrafyada haber yapmaya giden bir ekibin başına gelen olaylar ve aralarından birinin, hatta baş karakter Mehmet’in bu sürgünden, hem kendini hem de arkadaşlarını kurtarmak için bir şekilde terör örgütüne dahil olması, son derece incelikle işlenebilecek bir içerik. Oysa biz, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz Mehmet’in gereksiz büyük çıkışlarıyla ya çoğu zaman ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz, ya da hiçbir arazi refleksi olmayan bu şaşkın savaş muhabirinin, kendinden daha da şaşkın ama çok kanlı terör örgütünü nasıl olup da bu kadar kandırabildiğini…
Adı hiç geçmese de Daeş’i ima eden bir terör örgütünü merkezine alan yapım, uluslararası projelerde terörle bağlantılı rollerde artık çokça Türkleri görür olduğumuzu düşününce aslında hassas bir zeminde ilerliyor. Ancak öylesine karikatürize işlenmiş bir terör örgütü ki bu, Mehmet’in finalde zafer kazanmaması neredeyse mümkün gözükmüyor.
DİJİTAL PLATFORMLAR NEYİ AMAÇLIYOR
Kaçış’ın en dikkat çekici noktası, Disney+’ın ilk yerli ve özgün içerik olarak seçimini bu kadar zayıf bir yapımdan yana kullanmış olması. Belki de bu tür platformların yönetim kadrolarında televizyon geçmişli deneyimlerin yanısıra daha uluslararası vizyona sahip çalışmaları takip eden entelektüel bir bakış açısının da önemsenmesi gerekiyor. Yoksa aynı Kaçış gibi yıllardır hizmet etmeye alışkın olunan, daha düşük beklentili ve profilli bir ana akım mantığından uzaklaşılamıyor. İlgi çekici diye seçildiği oldukça belli bir konu, birden fazla ve mantık hatalarıyla dolu sembolistik ögeler, birbirinden kopuk bir kolaj = bir dizi etmiyor. Günümüz izleyicisinin asıl aradığı şey, yani içerik ve anlam öksüz kalıyor.
Dolayısıyla Disney+ gibi yeni platformlar hayatımıza girdikçe, artık daha da çok şey izlediği için neredeyse profesyonel kıvama gelen izleyiciyi mutlu etmenin yollarını da bulmak çok kolay olmayacak. Aynı Kaçış dizisinin Disney+ gibi bir platform için ne kadar kötü bir başlangıç olduğunu tahmin etmenin zor olmadığı kadar…