DUVAR- Seçimlere giderken bankalara ilişkin politikalar ekonomistlerin gündeminde. Dünya gazetesi yazarı Alaattin Aktaş, iktidarın bankalara çok yüklendiğini ifade etiği yazısında, 2001 krizine giden süreçlerden de örnekler vererek “Bankaların batmasına izin verilemez.” diye yazdı.
Alaattin Aktaş’ın “Bugün bankaları döven yarın dizini döver!” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:
“Bankalar bir otomobil, bir beyaz eşya, bir tekstil fabrikası gibi görülemez. Sıkıntıya düşen olursa ‘Batarlarsa batsınlar’ denilemez. Herhangi bir fabrika kapısına kilit vurduğunda sahipleri batar, alacaklılar zarar görür, o fabrikaya hammadde sağlayanlar pazar kaybetmiş olur, üretilen malı kullananlar zora girer; o kadar.
Ama konu bir bankaysa durum çok ama çok değişir. Bir kâğıt parçası karşılığında, hatta artık günümüzde yalnızca bilgisayar ya da telefondan işlem yaparak parasını bankaya yatıranların durumu ne olur? Yalnızca mevduat yatıranlar mı, işlerini kredi kullanarak döndürenler, en başta da bankalar aracılığıyla borçlanan Hazine…
Bankaların batmasına izin verilemez. Zaten mevduat belli ölçüde devlet güvencesindedir, kaldı ki zora düşecek bankanın yükümlülükleri bir şekilde devlet tarafından, yani tüm vatandaşlara yük bindirilmek suretiyle üstlenilir. Dolayısıyla aslolan bankaların zor duruma düşmelerine meydan vermemektir.
Oysa son dönemde adeta tam tersi yapılıyor:
■ Döviz mevduatın fazla mı, ek menkul kıymet alacaksın!
■ Belli ölçülerin üstünde faiz uygulayarak kredi mi kullandıracaksın, yine menkul kıymet almak zorundasın!
■ Alacağın menkul kıymetlerin de vadesi uzun, faizi düşük olacak!
Seçime kadar böyle idare edilmeye çalışılacak. Muhtemelen edilecek de… Ama seçim sonrası bir de bakmışsınız çok sayıda banka BDDK’nın kapısında kuyruğa girmiş…
Şimdi bunu niye anlattım dersen! Son dönemde uygulanan ‘makro ihtiyati önlemler’ ile bankalar, uzun vadeli, düşük faizli DİBS almaya zorlanıyor. Kararlar genellikle bankalardan sorumlu kuruluş olan BDDK tarafından değil, görevi fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez Bankası tarafından alınıyor. Uygulamaların sonucunda, yüz milyarlarca liralık uzun vadeli ve düşük sabit faizli DİBS’lerin banka bilançolarında birikeceği biliniyor.
Merkez Bankası politika faizi düşük tutulabildiği, ekonomik aktörler yüksek negatif reel faize fazla aldırış etmediği sürece bu durum şimdilik dert değil. Hem bilançosu sağlam olan bankalar buradan kaynaklanan zararlarını, diğer gelirleriyle bir süreliğine karşılayabilir.
Ancak piyasa oyuncularındaki genel beklenti doğruysa, 2023’teki seçimlerden sonra her şey çok farklı gelişir ve faizler yükselirse ne olacak? O zaman, bazı bankalar Merkez Bankası’nın değil, BDDK’nın kapısına gidecek ve bilançolarındaki düşük faizli kağıtlardan şikayetlerini iletecek. BDDK da Merkez Bankası’na değil Hazine’ye gidip faiz artışlarına ve ekonominin genel durumuna bağlı olarak, büyük bir olasılıkla, yeni bir iç borç takasını nasıl yapabiliriz diye soracak.
Döviz kurundaki yükselişi yavaşlatmak adına KKM üzerinden Hazine ve Merkez Bankası’na getirilen yüz milyarlarca liralık yüke ek olarak, düşük faizle borçlanabilmek için zorla satılan DİBS’lerin, kısa bir süre sonra, bütçeye ek yük yaratma olasılığı yadsınamayacak kadar yüksek.
İşte bu olasılığı düşündüğümden, uygulamacıların ve karar alıcıların şimdiden, Hazine’deki eski dosyaları açıp okumalarında yarar var diye düşünüyorum.