MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bugünkü grup toplantısında yaptığı konuşmada Nihal Atsız’dan ‘okkalı bir Türkçü’ olarak söz etti. Bahçeli şu ifadeleri kullandı:
“Eskiden güvenilir haysiyetli şahsiyet sahibi ve mert kimselere 400 dirhem adam denirdi. O zaman bir okka 400 dirhemdi. Şimdi okka, kilo; dirhem, gram oldu, bu değişikliğe müvazı olarak 400 dirhemlik adamlar azaldı. Şimdi 400 gramlık adamlara bile az rastlanıyor. İşte Atsız 400 dirhemlik yani okkalı bir Türkçü’ydü.”
Bahçeli’nin andığı şair-yazar ve öğretmen Nihal Atsız, ırkçı-Turancı fikirleriyle bilinen, cumhuriyetin ilk yıllarında çeşitli soruşturmalara geçirmiş ve İnönü döneminde de yargılanarak hapis cezası almıştı. ‘Türkçüler Günü’ olarak değerlendirilen 3 Mayıs 1944 günü Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş’in de aralarında bulunduğu grup ‘Irkçılık-Turancılık’ davasında yargılanmıştı. Bu davada birlikte olan Nihal Atsız ve Türkeş’in yolları ilerleyen yıllarda ayrılmış, Atsız’ın dine mesafeli milliyetçilik çizgisine karşı Türkeş’in Türk-İslam sentezini esas alan çizgisi milliyetçi harekete hakim olmuştu.
‘AYRIŞMANIN NEDENİ’
Gazeteci-yazar Soner Yalçın Atsız ve Türkeş’in yollarının kesin olarak ayrıldığı 1969 Adana Kongresi’ni yazmıştı. Yazının ilgili kısmı şöyle:
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine katılan dokuz subay, 22 Şubat 1964 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne katıldı. Liderleri Alparslan Türkeş’ti. Bu ekip kısa bir süre sonra partiyi ele geçirdi. Alparslan Türkeş, partinin genel başkanı oldu.
İhtilalci subayların parti yönetimine gelmesiyle CKMP’de büyük dönüşümler yaşandı. Örneğin, partinin o tarihe kadar ülke yarısında teşkilatı varken, bu sayı hemen 61 il ve 435 ilçeye yayıldı. vdcasino
Türkiye ilk kez, partili gençlerin kendilerine verdikleri isimle, “komando yürüyüşü”yle tanıştı. Genel Başkan Türkeş’e, “Başbuğ” deniliyordu.
CKMP, Türkçü bir partiydi. Bu siyasal çizgi geniş kitlelerle buluşamıyor; oy alamıyordu. Türkeş ve arkadaşları, “ayakları yere basmayan romantik Türkçü” parti çizgisini değiştirmeye karar verdi.
Türkeş ve subay arkadaşları her ne kadar cumhuriyetçi, laik ve Türkçü olsalar da, oy alabilmek için İslam motiflerinden yararlanmaya karar verdiler!
Siyaset dünyasında İslam’ın ne kadar önemli olduğunu sosyolojik olarak kavradılar. Bu değişim/dönüşüm sadece parti programıyla sınırlı olmayacaktı; hareketin simgeleri/sembolleri bile değiştirilecekti.
İşte Adana kongresi bu amaçla toplanmıştı.
Adana’da toplanılmıştı; çünkü biliyorlardı ki Ankara, İstanbul gibi kentlerde parti çizgisinin değişmesine karşı çıkan güçlü bir “Türkçü” grup vardı.
Ve iki gün süren Adana kongresinde büyük tartışmalar, kavgalar ve ayrışmalar yaşandı…
‘BÜYÜK DÖNÜŞÜM’
Kongre iki gün boyunca hayli hareketli geçti. Kongre Başkanı Orhan Kaleli bile divandan istifa etmek zorunda kaldı. Türkçülerin simgesi “Tanrıdağı”nın yanına, İslamiyet’in simgesi “Hiradağı” eklenip yeni bir slogan üretilmişti: “Tanrıdağı kadar Türk, Hiradağı kadar Müslüman.”
Zamanla, “Tanrı Türk’ü Korusun” pankartının yerini de “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” alacaktı! Benzeri İslami simgeler, Türkçü gruptan “Türkler Araplaştırılmak isteniyor” şeklinde tepki aldı.
Nihal Atsız ekibi, kongrede direkt Türkeş’i hedef aldı. Aslında Nihal Atsız ile Türkeş’in dava arkadaşlığı çok eski yıllara dayanıyordu.
Türkeş daha Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenci iken Nihal Atsız ile tanışmıştı. Onu öğretmeni bilmişti!
1944 Türkçüler Davası’nda birlikte yargılanıp hüküm giymişlerdi. Şimdi ise karşı gruptaydılar. Nihal Atsız ekibi, kongrede hep benzer sözleri söylediler Türkeş’e:
“Sen git güvendiğin Araplara biat et!”
“Oy toplamak için Arap develere bin!”
Sonuçta, Nihal Atsız grubu, kongreyi kaybetti. Türkçüler ellerindeki parti kimliklerini kürsüye doğru fırlatarak salondan ayrıldılar.
Nihal Atsız, gazetecilere şu açıklamayı yaptı:
“MHP’de Allah, Tanrı’yı kovdu!
NİHAL ATSIZ KİMDİR
Nihal Atsız, 12 Ocak 1905’de İstanbul’da doğdu. Annesi Fatma Zehra Hanım, babası binbaşı Mehmet Nail Bey olan Atsız’ın iki kardeşi vardı. Atsız, ilk ve ortaöğrenimini Kadıköy’de tamamladı. Ardından Askeri Tıbbiye’ye girdi. Atsız, Askeri Tıbbiye döneminde Türkçülük akımının etkisine girmeye başladı. Bu nedenle yaşadığı sorunlarla 1925’de Askeri Tıbbiye’den atıldı. Sonra Kabataş Erkek Lisesi’ne yardımcı öğretmen oldu. Şehirlerarası vapurlarda kaptan olarak çalışmaya başlayan Nihal Atsız, 1926 yılında yatılı olarak İstanbul Darülfünunu Edebiyat Bölümü’ne girdi. Askerliği nedeniyle okula 1 yıl ara vermek durumunda kaldı. Üniversiteye geri döndüğünde ise bir arkadaşıyla “Anadolu’da Türklere Ait Yer İsimleri” isimli bir makale yazdı ve bu makale Türkiyat Mecmuası’nda yayınlandı. 1930 yılında bu okuldan mezun oldu. Yazdığı makaleyle hocası Mehmet Fuat Köprülü’nün dikkatini çekmeyi başardı. Köprülü, Atsız’a yardımcı olmaya ve onu yanına almaya çalıştı. Mezun olduktan sonra 8 yıllık mecburi hizmeti affettiren Köprülü, 1931 yılında Atsız’ı üniversiteye yanına asistanı olarak aldı. Atsız, Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan gibi isimlerle birlikte “Atsız Mecmua” isimli Türkçülük yanlısı dergi çıkartmaya başladı. Ancak dergide yer alan “Dârülfünûn’un Kara, Daha Doğru Bir Tabirle, Yüz Kızartacak Listesi” makalesi nedeniyle 1933 yılında asistanlıktan uzaklaştırıldı.
Öğretmenlik yapmaya karar veren Atsız’ın Malatya’ya tayini çıktı. Burada bir süre Türkçe öğretmenliği yaptıktan sonra Edirne’ye gitti. Bu sırada “Türkçü Dergi” sıfatıyla “Orhun” adında bir dergi çıkartmaya başladı. Ders kitaplarında okutulan tarihi, açık ve ağır şekilde eleştirdiği için bakanlar kurulu derginin yayınına yasak koydu. Nihal Atsız, 1934’de İstanbul’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na atandı. 4 yılın ardından 1938 yılında görevden alındı. Öğretmenlik görevine 1939’a kadar Özel Yüce-Ülkü Lisesi’nde devam etti. 1939-1944 yılları arasında Boğaziçi Lisesi’nde görev yaptı. Bu arada Orhun dergisini tekrar yayınlamaya başladı.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiği ve Türkiye’nin de ideolojik çatışmalara sahne olduğu bu yıllarda Atsız, Orhun Dergisi’nin bir sayısında dönemin başbakanı Şükrü Saracoğlu’na bir çağrı yayınladı. Tepki uyandıran bu mektubun ardından Nihal Atsız, Boğaziçi Lisesi’ndeki görevinden alındı ve Orhun Dergisi tekrar kapatıldı. Sabahattin Ali’nin Atsız’a bir hakaret davası açması üzerine Nihal Atsız 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 1944 yılında dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Nihal Atsız ve 34 arkadaşı aleyhine yaptığı konuşma nedeniyle grup yargılanmaya başlandı. ‘Irkçılık-Turancılık Davası’ olarak bilinen yargılama sürecinin sonucunda 6.5 yıllık hapis cezasına çarptırılan Atsız, temyize gidince bu süre 1.5 seneye indirildi. 2 yıl işsiz kalan Atsız, 1949 yılında milli eğitim bakanı olan arkadaşı aracılığıyla bir kütüphanede çalışmaya başladı. Ardından Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Haydarpaşa Lisesi’ne atandı ve öğretmenlik yapmaya başladı.
1952’de “Türkiye’nin Kurtuluşu” adlı konferansı sebebiyle bazı gazeteler Atsız’ın aleyhinde yazılar yazdı. Böylelikle Haydarpaşa Lisesi’ndeki görevinden alınarak tekrar kütüphaneye tayin edildi. 1952 yılına kadar Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalıştı. 1950 yılında “Orkun” isimli dergide yazarlığa başladı. Aynı zamanda “Ötüken” isimli dergiyi de yayınladı. Bu dergilerde yazdığı yazılar yüzünden büyük tepki topladı. “Ötüken”deki yazıları gerekçe gösterilerek Atsız ve bir arkadaşı açılan davayla 15 ay hapse mahkum edildi. Çalıştığı üniversitedeki öğretmen ve öğrencilerinin dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ten Atsız’ın affını istemesi üzerine, Nihal Atsız serbest bırakıldı.
Nihal Atsız, 1931’da Mehpare Hanım’la evlendi. 1936 yılında da Bedriye Hanım ile evlendi ve 1975 senesinde boşandı. Bu evlilikten, 1939 yılında Yağmur Atsız ve 1946 yılında Buğra Atsız dünyaya geldi. Atsız, geçirdiği kalp krizi sonucu 11 Aralık 1975’de hayatını kaybetti.
NİHAL ATSIZ’IN FİKİRLERİ: KEMALİZM KARŞITLIĞI
Nihal Atsız, çocukluk döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun son birkaç yılına, gençlik döneminde ise Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına tanıklık etmişti. Yaşadığı dönemde yükselişe geçmiş olan Türk milliyetçiliğinin etkisi altına girmiş ve bu düşünce akımının sıkı bir savunucusu olmuştur. Atsız, kendisini Türkçü, milliyetçi ve Turancı olarak tanımlamıştır. Türkiye’de 1960’lı ve 1970’li yıllarda çokça destekçi bulmuş olan sosyalizm akımına ve gelenekçiliğe şiddetle karşı çıkmıştır ve bu akımların karşısında bulunmuştur. Türk-İslam sentezini savunan Ülkücülerle ortak çalışmada bulunmamıştır ve Türkçülüğün savunucusu olmuştur.
Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesini “milletin manevi enerjisini söndürmek” olarak yorumladı. “Millî ülkünün üçüncü merhalesi” ilkesini tanımlarken “Milletler kendi soylarını yeryüzüne yayıp hâkim kılmak için istilâ ve fütuhat yapmak mecburiyetindedirler” sözlerini kullandı. Ayrıca II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Almanya’ya savaş açılmasını “Türk tarihinde görülmemiş bir kancıklık” olarak değerlendirdi.
Atsız’a göre bir ülkü sahibi olmayan siyasi partiler Türkçülüğe hizmet etmeyeceklerdir çünkü siyasi partilerin varlığı kalıcı değildir. Bağnazı olunabilecek şey, fikirlerdir; partiler değildir. Bunu Türkçülük ve Siyaset adlı makalesine açıklamıştır.:
“Partilerde ülkü yoktur. İktidara geçmek veya orada kalmak için en aşırı tavizlerden çekinmezler.” “Türkçüler bugünlük ancak Türkçü karakteri olan partileri tutarlar. Türkçülük’ten sapan veya taviz veren hiçbir parti Türkçüler’ce tutulmaz, tutulamaz. Türkçülüğün ne olduğu açık, seçik ortada bulunduğu için bugünkü tutumları ile hiçbir parti Türkçü değildir.”
İsmet İnönü hükûmetine şiddetle karşı çıktı. Komünistlerle iş birliği yaptığı için eleştirdi. İsmet İnönü için Demokrat Parti’nin 1950 Türkiye genel seçimlerinden sonra iktidara gelmesinin ardından yazdığı makalede “Moskof hayranı milli şefleri çürük bir tahta gibi yıkılıp bir paçavra gibi kenara atıldı.” ifadelerini kullandı.
Nihal Atsız, Kemalizm’i Türkçülük gibi yerli bir düşünce olmaktan uzakta, dış kaynaklı bir safsata olarak gördü. Kemalistleri “inkılâp yobazları” olarak tanımladı. Kemalizm’i eleştirirken görüşlerini şöyle ifade etti:
“…Kemalizm denilen muazzam safsata kısmen Fransa kısmen de İtalya ve Rusya’dan alınmak suretiyle dış alemin bir değil, birkaç merkezine birden bağlı olan, bu suretle diğerlerden daha çok ve karmakarışık bir şekilde dışarıya bağlı bulunan bir ucubedir.”
Atsız, Demokrat Parti’nin 1950 Türkiye genel seçimlerini kazanmasından öncesini, 1923-1950 arasını, gayrimeşru ve müstebit (zorba) bir diktatörlük olarak tanımlar. Bu görüşlerini yazdığı makalesinde “Türkiye Cumhuriyeti 1950 yılında kurulmuştur.” ifadelerini kullandı.