Yavuz Sultan Selim, büyük devletimizin dokuzuncu padişahıdır. Babası II. Bayezit’in sancak beyi olarak bulunduğu Amasya’da 10 Ekim 1470’de dünyaya gelir. Çocukluğunun bir bölümü İstanbul’da dedesi Fatih Sultan Mehmed’in himayesinde geçer ve dedesinden aldığı terbiye yanında Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleriyle birlikte fen bilimleri de öğrenir. Arapça ve Farsçayı anadili gibi bilir. Son derece zeki ve derin düşünceli olan Yavuz Sultan Selim, spora ve şiire düşkündür. Ata binmede, güreş tutmada, ok atmada, kılıç kullanmada son derece mahirdir. Ayrıca iyi bir satranç ustasıdır. Zamanın âlimlerinden mutasavvıf Mevlânâ Abdülhalim hazretlerinin derslerine devam eder. Edebiyatla, tarihle ilgilenir. Vali olarak atandığı Trabzon’da ilim ve sanat meclisleri oluşturur ve bu meclislere şairleri, âlimleri, tarihçileri davet eder. Kemalpaşazâde, Revanî, Sücudî, İshak Çelebi, Cafer Çelebi, Taliî, Güvahî, Fehmî, Sürurî, Nihalî gibi şair ve tarihçileri seferlerinde yanında götürür.
Osmanlı hanedanının en kültürlü padişahlarından biri olan Yavuz Sultan Selim, geceleri üç-dört saat uyur ve vaktinin büyük bir bölümünü okuyarak, yazarak geçirir.
1512’de tahta çıkan Yavuz Sultan Selim’in tek bir ideali vardır; o da İslâm birliğini oluşturarak tüm İslâm devletlerini bir bayrak altında toplamaktır. Yavuz Selim, sekiz yıllık hükümdarlığı süresinde Osmanlı devletinin topraklarını üç katına yakın genişletmiştir. Mısır’ı fethederek, hilâfet makamını İstanbul’a taşımıştır. İstanbul’a gelen Mısır âlimleri ve Osmanlı âlimleri hilâfeti Ayasofya Camii’nde düzenlenen bir törenle Yavuz Sultan Selim’e resmen devrederler. O Cuma günü minbere çıkan Abbasi halifesi hilâfeti Yavuz Sultan Selim’e devrettiğini bildirir ve sırtından çıkardığı hil’atı padişaha giydirirken “Hâkimu’l-Haremeyni’ş-şerîfeyn” sizsiniz der. Yavuz Sultan Selim “hâkim” sözcüğünü “hâdim”le değiştirir ve “Hâdimu’l Haremeyni’ş-Şerîfeyn” (Mekke’nin ve Medine’nin koruyucusu ve hizmetçisiyim ) der.
ŞAİRLİĞİYLE DE ÜNLÜDÜR
Dünyayı bir padişaha yetmeyecek kadar küçük gören Yavuz Selim, cihangirliği kadar şairliğiyle de ünlüdür. Prof. Dr. Mehmet Fatih Köksal “Savaşta Yavuz / Şiirde Selim” (Muhit Kitap, Ocak 2022) adlı kitabında Yavuz Sultan Selim’in Türkçe şiirlerini bir araya getirmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Türkçe şiir yazmadığı iddialarına bir cevap niteliği taşıyan, emek mahsulü bir kitap bu. Köksal Hoca, Yavuz Sultan Selim’in hayatı hakkında özet bir bilgi verdikten sonra “Türkçe Şiirler Meselesi” başlığı altında Yavuz Selim’in Türkçe şiir yazmadığını “Şu’arâ-yı vilâyet-i Rûmdan ondan gayrı kimesne Fârsî dîvân tedvin idmedi ve şi’r-i Türkîyi terk idüp ol tarza gitmedi” sözleriyle ifade eden Latifî, bu eleştirel sözlerine karşın, Yavuz Selim’in az sayıda Türkçe şiirlerinin olduğunu kabul etse de bilinen pek çok şiirinin başka şairlere ait olduğu görüşündedir.
Mehmet Fatih Köksal “Sehî’nin , Yavuz Selim’in Türkçe şiir yazmadığına dair görüşünün zaman içinde çok etkili olduğu anlaşılıyor. Öyle ki, bu görüş bugün de yaygın olarak hükmünü sürdürmektedir” diyerek, Yavuz Selim’in Türkçe şiirinin bulunmadığı şeklindeki görüşlerin kaynağının Sehî Bey olduğunu vurgular.
Âşık Çelebi, Yavuz Selim’in Türkçe şiirleriyle değil, Farsça yazdığı şiirlerle şöhret bulduğu görüşündedir. Türkçe şiiri bulunup bulunmadığı hususunda görüş beyan etmez.
“Kınalızâde de onun Türkçe şiiri bulunup bulunmadığına dair yorum yapmaz ancak verdiği örneklerin hepsi Farsçadır” diyen Mehmet Fatih Köksal, “Riyazî, Selîm-i Evvel’in diğer bütün şiir örneklerini Farsça şiirlerden verirken “Bu matla’-ı Turkî de onlara nisbet olunur” kayd-ı ihtiyatlıyla Latifî’nin de eserine aldığı şu beyti kaydeder:
Ben yatam lâyık mı ol karşımda ayağın tura
Serv-i nâzım din ben öldükde namâzım kılsın
Gelibolulu Âli’den Solakzâde Hemdemî, Ziya Paşa, Şemseddin Sami, Bursalı Mehmet Tahir, Ali Nihat Tarlan, Tayyarezâde Atâ, Ali Nureddin, Reşat Ekrem Koçu, Hilmi Yücebaş, Enver Behnan Şapolyo, Rüştü Şardağ, Mutafa İsen, Coşkun Ak, Saadettin Kaplan’a pek çok araştırmacı ve bilim insanının hazırladıkları eserlerde ve antolojilerde Yavuz’un Türkçe şiirler yer almıştır.
Ayrıca M. Hüsrev Subaşı’nın “Yavuz Sultan Selîm’in Türkçe Şiirleri” ve “Yavuz Sultan Selîm’in Türkçe Şiirlerine Yapılan Nazireler” adlı çalışmasına da değinen Mehmet Fatih Köksal: “Yavuz’un Türkçe şiirleri meselesine Edirneli Nazmî’nin Mecma’u’n Nezâ’ir’inde yer alan beş bendlik murabbaından hareketle eğilmeye başladık. İlk çıkış noktamız hâliyle şiir mecmuaları oldu. Bazı cönklerde de onun şiirlerini bulduk. Binden fazla şiir mecmuası ve cönk taradık” derken, bu kitabın nasıl yoğun bir emek sonucu ortaya çıktığını da göstermiş oluyor.
YAVUZ’UN DİVAN’I
Yavuz Sultan Selim’in Farsça Divan’ı üzerine yapılan çalışmalara da yer veren Köksal, ilk olarak 1888 / 1889 yılında Hüseyin Hüsnü tarafından “Dîvân-ı Yavuz Sultan Selim” adlı çalışmanın tam metninin 1904’de Alman imparatoru II. Wilhelm’in emriyle Berlin’de basıldığını belirtir.
İkinci eserin Şeyh Vasfî’nin “Bârika” adlı eseri olduğu bilgisini verir. Manastırlı Ahmet Efendi de (ö. 1898) Selim’in Farsça divanından 106 manzumeyi çevirip şerh ederek eserine “Dest-âvîz-i Dâniş” adını vermiştir. Ayrıca, Bedri Mermutlu da Yavuz Sultan Selim’in Farsça Divan’ını tıpkı basımıyla birlikte Türkçeye çevirerek 2021’de yayımlamıştır.
Ali Nihat Tarlan Farsça Divan’nın Berlin baskısını esas alarak 1946 yılında Türkçeye çevirir. Tarlan: “Birçoğunun günlük hadiseler üzerine yazıldığı hissedilen bu şiirler incelenirse aşka karşı ne derecede aciz ve zebun olduğu görülür” diyerek, bu değerlendirmesiyle Selim’in divanını bir cümlede özetlemiş olur.
Mehmet Fatih Köksal, Yavuz Sultan Selim’in Farsça ve Türkçe şiirlerini üç başlık altında tasnif eder:
Âşıkane şiirler 2. Sufiyane / dervişane şiirler 3. Şahane şiirler
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etdi felek
Mısralarının Farsça Divan’ındaki Selim Şah’ı ile âşık Selim’i yansıtan örnekler olarak gösterilir. Selimî’nin elimizdeki Türkçe şiirleri, Farsça şiirlerine göre çok azdır. Buna rağmen onun, Türkçe şiirlerinde hayatın daha çok içinde olduğunu, başka bir ifadeyle kanlı canlı Yavuz’u Türkçe şiirlerinde daha belirgin bir şekilde görebildiğimizi vurgulamak gerekir. Farsça şiirleri, bize onun hayatı ve çevresiyle ilgili somut işaretleri vermekte ketum iken, az sayıdaki Türkçe şiirlerinde hem ‘Şah Selim’i, hem ‘insan Selim’i daha bariz görürüz.” diyen Mehmet Fatih Köksal, kitabın sonuna Yavuzun Türkçe şiirleriyle birlikte Farsça şiirlerinden de örnekler ekler.
Çihangir şairin bir murabba örneğiyle yazıyı tamamlarken, Mehmet Fatih Köksal Hocayı da bu değerli çalışmasından dolayı tebrik ederiz.